T.C
KAFKAS ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ
ALADDİN KÖYÜ FOLKLORİK UNSURLARI
LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Mahir EMEN
Danışman
Yrd.Doç.Dr.Kürşat ÖNCÜL
Kars-2010
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ IX
GİRİŞ 1
1.ALADDİN 4
1.1.ALADDİN KÖYÜ TARİHİ 4
1.2.ALADDİN KÖYÜ COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ 5
1.3.ALADDİN KÖYÜ NÜFUSU VE EKONOMİK YAPISI 5
1.3.1.HAYVAN VARLIĞI 6
1.4.ALADDİN KÖYÜ ULAŞIM VE ALTYAPI HİZMETLERİ 7
1.5 ALADDİN KÖYÜ SOSYAL VE KÜLTÜREL YAPI 7
1.5.1. KÖYÜN AİLE YAPISI 8
1.5.2.KÖYÜN EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ 8
1.5.3.KÖY YAŞAMI 8
2.ALADDİN FOLKLORU 10
2.1.SÖZLÜ ANLATIM VE SÖZLÜ GELENEK 10
2.1.1.MASAL, HİKÂYE, EFSANE 10
2.1.1.1.NİNE İLE KEDİ MASALI 10
2.1.1.2.BİR GARİP KURT MASALI 12
2.1.1.3. SAVAŞ HİKÂYESİ–1 14
2.1.1.4. SAVAŞ HİKÂYESİ- 2 18
2.1.1.5. SAVAŞ HİKÂYESİ- 3 30
2.1.1.6.ŞARE İLE ÇOBAN EFSANESİ 37
2.1.2.ATASÖZLERİ-DEYİMLER, MANİLER, BİLMECELER, TEKERLEMELER 38
2.1.2.1.ATASÖZLERİ VE DEYİMLER 38
2.1.2.2.MANİLER 39
2.1.2.3.BİLMECE 44
2.1.2.4.TEKERLEMELER 47
2.1.3.ŞARKI 47
2.2.TOPLUMSAL UYGULAMALAR 49
2.2.1.GEÇİŞ DÖNEMLERİ 49
2.2.1.1.DOĞUM 49
2.2.1.1.1.AD KOYMA 50
2.2.1.1.2.ÇOÇUĞUN DİŞ ÇIKARMASI 51
2.2.1.2.SÜNNET(KİRVELİK) 51
2.2.1.3.EVLENME 52
2.2.1.3.1.KIZ KAÇIRMA 54
2.2.1.4.CENAZE MERASİMİ 55
2.2.2.BAYRAMLAR, EĞLENCELER, KUTLAMALAR 56
2.2.2.1.DİNİ BAYRAMLAR 56
2.2.2.1.1.RAMAZAN BAYRAMI 56
2.2.2.1.2.KURBAN BAYRAMI 57
2.2.2.2.YILBAŞI KUTLAMASI 57
2.2.2.3.KALÊ MİN(BENİM DEDEM) FESTİVALİ 58
2.2.2.4.KONUK AĞIRLAMA 59
2.3.DOĞA VE EVRENLE İLGİLİ UYGULAMALAR 61
2.3.1.BESLENME-MUTFAK-KİLER 61
2.3.1.1.YEMEKLER 61
2.3.1.1.1.SAC BÖREĞİ 61
2.3.1.1.2.ZERBET(SİRUN) 62
2.3.1.1.3.GUDIK 62
2.3.1.1.4.EŞKENE 62
2.3.1.1.5.AVVKİ 62
2.3.1.1.6.ASİR 62
2.3.1.1.7.GERMAVVİŞK(MASTUVA) 63
2.3.1.1.8.AYRAN ÇORBASI 63
2.3.1.1.9.MALÊZ 63
2.3.1.1.10.KEŞK 63
2.3.1.1.11.KAVURMA 64
2.3.1.2.YEMEK İÇİN KULLANILAN BİTKİLER 64
2.3.1.2.1.KUŞKONMAZ OTU 64
2.3.1.2.2.MANTAR 64
2.3.1.2.3.HARDAL 64
2.3.1.2.4.YARPUZ 64
2.3.1.2.5.NANE 64
2.3.1.2.6.YEMLİK 65
2.3.1.2.7.IŞKIN 65
2.3.1.3.EKMEK YAPIMI 65
2.3.2.HALK HEKİMLİĞİ 65
2.3.2.1.KANAYAN YARAYA UYGULANAN PRATİKLER 66
2.3.2.2.BURUN KANAMASINDA UYGULANAN PRATİKLER 66
2.3.2.3.KIRIK-ÇIKIK BURKULMA DURUMLARINDA UYGULANAN PRATİKLER 66
2.3.2.4.SOĞUK ALGINLIĞI VE ÖKSÜRME DURUMUNDA 66
2.3.2.5.DONMA DURUMUNDA 66
2.3.2.6.BAŞ AĞRISI DURUMLARINDA 66
2.3.2.7.YÜZ KAŞINTISI VE ŞİŞMESİ DURUMUNDA 67
2.3.2.8.DİĞER PRATİKLER 67
2.3.3.ŞİFALI BİTKİLER 69
2.3.3.1.ATILGE 70
2.3.3.2.CEVİZ KABUĞU 70
2.3.3.3.ALKURİK 70
2.3.3.4.MENDEY 70
2.3.3.5.DELĞAZ 70
2.3.3.6.HELİNG 70
2.3.3.7.IŞKIN 70
2.3.3.8.KOP 71
2.3.3.9.TIRŞING 71
2.3.3.10.YONCA 71
2.3.3.11.ISIRGAN OTU 71
2.3.3.12.GELZUN 71
2.3.3.13.SEMİZOTU 71
2.3.3.14.MANTAR 71
2.3.3.15.SİNG KELKAR 71
2.3.3.16.DAĞÇAYI 71
2.3.3.17.ŞEKER PANCARI 71
2.3.3.18.NAŞİNG 71
2.3.3.19.DEFNE AĞACININ YAPRAĞI 72
2.3.4.HALK VETERİNERLİĞİ(HAYVAN SAĞALTMA) 72
2.3.5.AVCILIK 73
2.3.6.YAYLACILIK 75
2.3.7.HALK TAKVİMİ VE HALK METEOROLOJİSİ 77
2.3.7.1.AYLARIN İSİMLERİ VE ANLAMLARI 78
2.3.8. HALK İNANIŞLARI 79
2.3.8.1.DARDAĞAN AĞACI NAZAR İLE İLGİLİ 80
2.3.9.HALK MİMARİSİ 81
2.4.GÖSTERİ SANATLARI 84
2.4.1.OYUNLAR 84
2.4.1.1.HALKIN DÜĞÜN VE KUTLAMALARDAKİ OYUNLARI 84
2.4.1.1.1.HALAY 84
2.4.1.1.2.KARTAL OYUNU 84
2.4.1.1.3 YERİNDE OYUN 86
2.4.1.1.4.DELİLO (SEYRANE): 86
2.4.1.1.5. EL ÇIRPMA OYUNU 86
2.4.1.1.6. ÇAÇAN OYUNU 87
2.4.1.1.7.BİNGÖL HALAYI 87
2.4.1.2.BÜYÜKLERİN OYNADIĞI OYUNLAR 88
2.4.1.2.1.HEYL 88
2.4.1.2.2.GÜLLE ATMAK 88
2.4.1.3.ÇOCUKLARIN OYNADIĞI OYUNLAR 89
2.4.1.3.1.PİCIK OYUNU 89
2.4.1.3.2.PIL OYUNU 89
2.4.1.3.3.TAŞ DİKME OYUNU 89
2.4.1.3.4.ÇUKUR-ÇEVİZ OYUNU(ÇALEK) 90
2.4.1.3.5. KÂBE OYUNU 90
2.4.1.3.6.MENDİL KAPMACA OYUNU 91
2.4.1.3.7.ORTA PARMAK OYUNU 91
2.4.1.3.8.KULE OYUNU 92
2.4.1.3.9.BEŞ TAŞ OYUNU 92
2.4.2.GİYİM-KUŞAM 93
2.4.2.1.ERKEK GİYİM 93
2.4.2.2.KADIN-KIZ GİYİMİ 93
2.4.2.3.ÇOCUK GİYİMİ 93
2.5.EL SANATLARI GELENEĞİ 94
2.5.1.HAYVANLARIN DERİSİNDEN VE TÜYLERİNDEN ELDE EDİLEN ARAÇ VE GEREÇLER 94
KAYNAKÇA 95
KAYNAK KİŞİLER 96
EK-1 FOTOĞRAFLAR 97
ÖNSÖZ
Toplumlar kültürlerini, inanç sistemlerini, örf ve adetlerini geçmiş kuşaklardan devralarak, ortak yarattıklarını ve ortak davranışlarının ürünlerini de ekleyerek gelecek kuşaklara aktarır. Yirmi birinci yüzyılın bu ilk yılları ve özellikle de geçen yüzyılın son yirmi yıllık dönemi içerisinde, yaşadığımız teknolojik gelişim ve iletişim hızı; dünya coğrafyalarında olduğu kadar yurdumuz insanını da yakından etkilemiştir.
Temel varsayımı, uzakları yakın etmek olan komünikasyon; doğal olarak teknolojiyi kullanan ülkeler lehinde etkileşim ve benzeşmeyi yanında getirebildiği gibi aleyhinde olabilecek her türlü bozulma ya da kültürel yozlaşmayı da beraberinde götürebilmiştir. Hiçbir toplum ya da kültür, bu değişim ya da iletişim hızından kendisini asla alıkoyamaz.
Benzeşim ve değişim üzerinde bahsi geçebilecek diğer bir önemli konu ise süreçtir. Süreç; kültürel değişkenliğin oluşum hızını etkileyen, belirleyici temel etken olmakla birlikte; özellikle iletişim ve teknolojik birikimin getirmiş olduğu değişim; zamanı da yanına alarak, yıllarca dış oluşumlardan kendisini sakınabilmiş toplumları ve onları yeniden harmanlayarak, birbirleriyle kaynaştırmasını da bilmiştir. Bu engellenemeyen bir durumdur. Süreç, hızla gelişmekte ve her bir örüntü, norm ya da figür kendini oluşturan en küçük değer ve motife kadar değişebilmekte yeniden şekillenebilmektedir.
Kültür, bir toplumun toplum olmasında ve uzun yıllar ayakta kalmasında en etkili ve kalıcı araçların bütünüdür. Bir yaşama biçimi olan kültür, toplumlar arası farklılıklar gösterir. Bu farklılıklar her milletin kendi inanç, sosyo-ekonomik anlayış, estetik, gelenek ve değerlendirmelerine göre değişen; ancak tüm toplumlarda itibarını ve yerini korumayı amaç edinen halk kültürü oluşturmaktadır. Halk kültürü, tüm bölge ve ülkelerde insanoğlunun geçmiş ve geleceği arasında bir köprü konumundadır. Bu anlamda kültür; süreklilik sağlayan bir akış, etkileşim ve devinim içerisinde, kendine özgü örüntülerini ve normlarını koruyabilse bile; teknolojik gelişimin ve enformasyonun yayılım şiddetinden büyük oranda etkilenmekte; böylelikle, değişim ve başkalaşım gösterebileceği gibi kültürel yozlaşmayı da yaşayabilecektir. Bu, bütün kültürler için yadsınamayacak bir gerçektir.
Sebep ne olursa olsun, yaşayan bir organizma olarak kabul ettiğimiz kültür; doğal beslenme ve kendini idame edebilme akışkanlığını, kendi içinden yarattığı her türlü gelenek ve maddi unsurlarını kullanabilme kararlılığı ile gerçekleştirebilmektedir. Bu nedenle kültür, dışarıdan gelebilecek her türlü uyarıcıya ve etkileşime karşı duyarlı, hazır ve bir o kadar da koşulludur. Kültür, dışarıdan gelebilecek herhangi bir kültürel formu, ya kabul ederek kendi bünyesine uyduracak ya da tepki verip, reddetme hakkını kullanabilecektir. Her iki durumda da organizma, sancılı bir süreç yaşayacaktır. Bu süreç; ne kadar uzun olursa, kültürün de bu etkileşimi kabul edebilmesi bir o kadar gecikecek ve aynı zamanda oluşabilecek herhangi bir sonucun da çarpık ya da organizmayı hasta edebilecek bir yapıda oluşmasına da neden olacaktır. Bu, halk gelenekleri, inançları, kültür formları ve örüntüleri için en önemli değişme, etkileşim ve benzeşim ile ayrışım nedenidir.
Toplumun yaşayışı içinde oluşan halk kültürünü meydana getiren unsurlar, o toplumun inanışı, kültürü, adet, gelenek ve göreneklerinin bir yansımasıdır. Gelecek kuşaklara aktarılması gereken bu unsurlar, derlenip yazıya geçirilemediği takdirde yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Farklılıkları ortadan kaldırıyorum diyerek zenginlik nedeni sayılabilecek çeşitlilikleri sıfırlayıp, ortak bir yaşantı ve tekdüze bir kültürü oluşturabilme beklentisiyle, bilinçli ya da gereksizce uygulanabilecek her türlü kültürel müdahale; gelinebilecek en olumsuz sonuçtur. Bu amaçla her bir kültür, gelenek ve değerler, hızla akıp giden bir sel gibi görünen zamanın önünden çekip kurtarılmalı, araştırılmalı ve derlenmelidir.
Bu amaçla çalışmada, Aladdin Köyü’nde yaşayan unsurları, birebir kayıt altına alıp yazıya geçirerek yok olmasını engelleme ve gelecek kuşaklara bu zengin birikimi aktarma amaçlandı. Çalışma yapılırken tamamen sözlü kaynaklardan bilgiler edinmeye çalışıldı.
Toplumun temel zenginliklerinden olan kültürel değerlere yönelik yapılan bu derleme çalışmasında, konunun tespit edilmesinden çalışmanın tamamlanmasına kadar geçen uzun süreçte çalışmayı yönlendirerek gerek engin bilgisi gerekse deneyimleri ile her konuda yardımlarını esirgemeyen saygıdeğer hocam Yrd. Doç. Dr. Kürşat ÖNCÜL’e sonsuz teşekkür ederim.
Ayrıca çalışmamızın her aşamasında desteklerini esirgemeyen annem Hikmet EMEN’e, Ağabeyim Vahdet EMEN’e ve değerli arkadaşlarım Erhan ŞOLA ile Ahmet MENDEŞ’e, tezin yazımında ve düzenlemesinde değerli desteklerini sunan arkadaşlarım Şuayip AKYÜZ ve Yücel AKALIN’a teşekkür ederim.
GİRİŞ
Çalışma İle İlgili Genel Bilgiler
1. Konu
Tezimizin konusunu, gerek kültürel gerekse tarih açısından zengin ve farklı yapıya sahip olan Bingöl İlinin Genç İlçesinin Aladdin Köyü halk kültürü içerisinde geleneksel geçiş dönemleri sırasında yapılan pratikleri, halk inanışları, halk mutfağı, halk hekimliği ve buna ek olarak manzum, manzum-mensur ve mensur ürünlerinin ele alınarak incelenmesi oluşturmaktadır. Toplumsal bir varlık olan insan, çağlar boyunca toplumla iç içe yaşamış ve yaşamı boyunca edindiği tecrübelerini, inançlarını, örflerini, adet, gelenek ve göreneklerini kuşaktan kuşağa aktararak neslinin kültürel, maddi ve manevi anlamda ayakta kalmasını ve yaşamasını sağlamıştır. Bu tezde üzerinde herhangi kültürel bir çalışma yapılmayan Aladdin Köyü folkloru üzerine çalışma yapılmıştır.
2. Amaç
Yaptığımız bu çalışmada Aladdin Köyü adetler, törenler, halk kültürü ürünleri açısından inceledikten sonra elde edilen ürünler derlenip yazıya geçirildi. Bu yolla Aladdin Köyü’nün kültürel olarak var olan ürünleri gelecek kuşaklara aktarılmasını, unutulmamasını ve daha sonra bu alanla ilgili çalışma yapmayı amaçlayan araştırmalara faydalı olması amaçlandı.
3. Kapsam ve Sınırlar
Çalışma Aladdin Köyü üzerine yapılmıştır. Çalışma da başka bölgelere göç eden Aladdin Köyü sakinleri(Adana) kaynak kişi olarak ele alındı.
4. Yöntem
Çalışmada genel olarak halk kültürü ürünleri ile ilgili kullanılan alan araştırması ve bu araştırma yöntemlerinden soru cevap, katılımcı gözlem ve uzaktan gözlem gibi yöntemlerle Aladdin Köyü halk kültürüne ulaşılmaya çalışıldı.
Tez yazım aşamasında UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Mirası Korunması sözleşmesi değerlendirilerek ona göre sınıflandırmaya ve bölümlendirmeye çalışıldı.
“Somut olmayan kültürel miras, toplulukların, grupların ve kimi durumlarda bireylerin, kültürel miraslarının bir parçası olarak tanımladıkları uygulamalar, temsiller, anlatımlar, bilgiler, beceriler ve bunlara ilişkin araçlar, gereçler ve kültürel mekânlar- anlamına gelir. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu somut olmayan kültürel miras, toplulukların ve grupların çevreleriyle, doğayla ve tarihiyle etkileşimlerine bağlı olarak, sürekli biçimde yeniden yaratılır ve bu onlara kimlik ve devamlılık duygusu verir; böylece kültürel çeşitliliğe ve insan yaratıcılığına duyulan saygıya katkıda bulunur.”
Sözleşmenin Amaçları
a) Somut olmayan kültürel mirası korumak;
b) İlgili toplulukların, grupların ve bireylerin somut olmayan kültürel mirasına saygı göstermek;
c) Somut olmayan kültürel mirasın önemi konusunda yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde duyarlılığı artırmak ve karşılıklı değerbilirliği sağlamak;
d) Uluslararası işbirliği ve yardımlaşmayı sağlamak. (1. madde)
Sözleşmede Tanımlanan Alanlar
a) Somut olmayan kültürel mirasın aktarılmasında taşıyıcı işlevi gören dille birlikte sözlü anlatımlar ve sözlü gelenekler: Sözlü kültür alanı; mitler, efsaneler, masallar, destanlar, hikâyeler, ağıtlar, ninniler, türküler vb.
b) Gösteri sanatları: Âşık icra ve geleneği, köy seyirlik oyunu, kukla, karagöz, meddah, ortaoyunu gibi tiyatro örnekleri; halk müziği, halk oyunları icraları vb.
c) Toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler: Doğum, evlenme, ölüm gibi geçiş dönemi gelenekleri; toy, şölen, kutlama, şenlik, bayram, yıldönümü gibi her türlü geleneksel toplanma biçimleri ve bunlara dayalı geleneksel uygulamalar, inançlar vb.
d) Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar: Geleneksel kültürel yapı içinde oluşmuş halk bilgisi; halk hekimliği, halk mutfağı, halk mimarisi vb.
d) El sanatları geleneği: Usta-çırak ilişkisi içinde öğrenilen ve seri üretime dayanmayan tüm geleneksel meslekler.[1]
Hazırlanan tez Somut olmayan kültürel miras çerçevesinde bölümlere ayrıldı.
Tezin başında Aladdin Köyü hakkında tarihi, coğrafik, ekonomik ve ulaşım konularında bilgi verilmeye çalışıldı.
Birinci bölümde, sözlü anlatımlar ve sözlü gelenekler: Sözlü kültür alanı; masallar hikâyeler, efsaneler, atasözleri-deyimler, maniler, bilmeceler, tekerlemeler, şarkılar, yer almaktadır.
İkinci bölümde, toplumsal uygulamalar: Geçiş dönemleri, bayramlar, eğlenceler, kutlamalar, festivaller yer almaktadır.
Üçüncü bölümde, Doğa ve evrenle ilgili bilgi ve uygulamalar: Halk mutfağı, halk hekimliği, şifalı bitkiler, halk veterinerliği, halk takvimi, halk inanışları ele alınmıştır.
Dördüncü bölümde, Gösteri sanatları: Oyunlar, giyim-kuşam konuları ele alınmıştır.
Beşince bölümde, El sanatları: Araç ve gereçler ele alınmıştır.
Tez yazma aşamasında Zazaca derlenen kaynak metinler Türkiye Türkçesine çevrilmiştir. Çeviri yapılırken bazı metinler anlamı değişebildiği için Zazaca olarak yazılmış, anlamları da karşısında verilmiştir. Yazma sırasında Türkiye Türkçesi alfabesinde yer almayan harfler yerine transkripsiyon harfleri kullanılmıştır. Bu harfler aşağıdaki gibidir:
W yerine →VV kullanılmıştır. Türkçe olmayan bu ses, dudaklar yuvarlaklaştırılıp hafifçe uzatılarak çıkarılır. İngilizcedeki W (duble W) (well) sesi gibidir.
w yerine → vv kullanılmıştır.
Q yerine →Ḳ kullanılmıştır. Arapalfabesindeki ق sesini verir. Türkçedeki ötümsüz kalın k (sokak)
(sokak) gibi okunur
q yerine →ḳ kullanılmıştır.
X yerine →Ḥ kullanılmıştır. Arap alfabesindeki خ harfine karşılık gelir. Türkçedeki kalın ğ’ye de karşılık gelir. (ağrı)
x yerine →ḥ kullanılmıştır.
LATİN HARFLER | KARŞILIKLARI | ÖRNEK |
W | VV | WELL |
Q | Ḳ | SOKAK |
X | Ḥ-Ğ | HATUN-AĞRI |
1.ALADDİN
1.1.ALADDİN KÖYÜ TARİHİ
Aladdin Köyü tarihiyle ilgili şimdiye kadar herhangi yazılı bir kaynağa rastlanmamıştır. Bu sadece Aladdin Köyü’ne has bir durum değil, aynı özellikleri taşıyan bölgelerin ortak bir özelliğidir.
Aladdin Köyü ve benzeri yerlerde tarih bilgileri sözlü kültür geleneği içerisinde, kuşaktan kuşağa aktarımlarla gerçekleşmektedir. Kuşkusuz bu da pek sağlıklı olmayan ve dar bilgilerin aktarılmasına neden olmaktadır. Aladdin Köyü’nün yapısına baktığımızda, köyün ‘barığ’ dediğimiz pek çok sülaleden meydana geldiğini görüyoruz. Köyde birçok sülalenin bulunması, köyün bir toplanma ve ya sığınma merkezi olduğu hakkında yorumlara neden olmaktadır. Özellikle Aladdin Köyü’nün coğrafik konumu böylesi yorumların doğruluğunu güçlendirmektedir. Fakat tarih boyunca Zazaların bir özelliği olan dağlık alanlarda yaşama, kimleri için ‘dağlar bir sığınma yeri’ kimiler için ise ‘bir yaşama biçim’ olarak görülmüştür.
Aladdin Köyü’nde var olan sülaleler (barığ), genellikle Genç, Palu ve Hani gibi çevre bölgelerden göç ederek Aladdin Köyü’ne yerleşmişlerdir. Köyde şahıs ve sülale isimleri genel olarak atalarının adı üzerinde kurulan bağ ile gelişmiştir. Örneğin bir şahsın ismi babasının ve dedesinin ismi birleştirilerek kullanılmaktadır.
Aladdin Köyü’nde kuşaklar boyunca şeceresi tutulan aile yoktur. Ancak isimlerden yola çıkarak altı kuşak öncesine kadar gidilmektedir. Bu da köyün üç yüz- üç yüz elli yıllık bir geçmişini göstermektedir. Kuşkusuz Aladdin Köyü’nün tarihini bir bütün olarak bundan ibaret sayamayız.
Köydeki insanlar kendi geçmişleriyle ilgili şu bilgilere sahiptirler: Atalarının Zağroslar bölgesi tarafından göç ederek çeşitli bölgelerde konaklamak suretiyle en son Elazığ’ın Palu ilçesine bağlı ‘isu’ adındaki köye yerleşmişlerdir. Zamanla buradaki köylülerle çıkan bir anlaşmazlık sonucu Aladdin’e göç edilmiş, buradan Aladdin’e göç edip köyü kuran kişinin ise şeyh Ömer adındaki bir evliya olduğuna inanılır. Burası zamanla Genç, Hani ve Palu bölgelerinden aldığı göçle büyük bir köy olmuştur. Günümüzde Aladdin Köyü’ne baktığımızda, köy üç mahalleden oluşmaktadır. Bunlar: aşağı mahalle, orta mahalle (motare) ve yukarı mahalle (kal)dır.
1.2.ALADDİN KÖYÜ COĞRAFİ ÖZELLİKLERİ
Aladdin Köyü, Bingöl İli Genç İlçesi Servi Nahiyesine bağı bir köydür. Bingöl il merkezine altmış beş km, Genç ilçesine kırk beş km ve Servi Beldesine beş km uzaklıktadır. Batısında Elazığ’ın Arıcak ilçesine sınırdır. 2619 m yüksekliğindeki büyük Akdağ’ın eteklerindedir. Köyün rakımı 1275 metredir. Servi Nahiyesine bağlı 33 köy içinde en eski ve en büyük köyüdür.
Aladdin köyü hem rakımı yüksek hem de son derece dağlık bir köydür. Köyde tarım alanları çok dar ve azdır. Köyün arazisinin % 17 si tarıma elverişlidir,%70–80 i ormanlıktır,%3 ü meyve ve kavaklıktır. Köyün çevresi dağlık ve ormanlık olduğu için yerleşim fazla değildir. Bu ormanlık ve dağlık alan köylülerin hayvanlarını otlattıkları bir mera durumundadır.[2] Köy coğrafi olarak Elazığ’ın Palu, Diyarbakır’ın Hani Ve Bingöl’ün Genç ilçelerinin kesiştiği noktada bulunmasından kaynaklı, tarihi köklü olan bu üç ilçenin kültürünü de içinde barındırır.
1.3.ALADDİN KÖYÜ NÜFUSU VE EKONOMİK YAPISI
En son 2007 yılında yapılan nüfus sayımına göre Aladdin Köyü’nde 152 bayan ve 151 erkek olmak üzere toplam 303 kişilik bir nüfus yaşamaktadır. Bu nüfusun okuma yazma oranı % 90 dır.1965 -1970 yıllarında 300 haneli olan Aladdin Köyü, son 30 yıllık süreçte gerek sosyal ve siyasal gerekse ekonomik sorunlardan dolayı başta Adana, İzmir ve İstanbul olmak üzere pek çok şehre yoğun bir şekilde göç vermiştir. Üretim şartlarının zorluğu köydeki geçim kaynaklarının azlığı, sağlık, eğitim vb. alanlardaki sorunlardan dolayı Aladdin Köyü’nden şehirlere yoğun bir göç yaşanmıştır.
Aladdin Köyü’nün gelir kaynağı hayvancılık üzerinedir. Tarım alanlarının sınırlı oluşu, köylüleri daha çok hayvancılık faaliyetleri üzerine yoğunlaştırmıştır.1950 ve önceleri köyün erkekleri Adana’ya gidip çeltik sular ve öküzlerle çift sürerlerdi. Burada yaklaşık 5 aylık ilkbahar ve yaz aylarında çalışıp belli bir tutmalık alıp köye gelir. Yedi ay boyunca bu beş ayda kazandıklarını tüketip baharla beraber tekrar Adana’ya gidip çalışırlardı. Kışın karlar yağdıktan sonra uzun bir zaman köy yolları kapalı kalırdı. Bunun için köylüler daha karlar yağmadan kışlık yiyeceklerini depolarlardı. Ailelerde nüfus kalabalık olduğu için de kazançların bir bölümü kış erzakına ayrılırdı. Kış erzakını almak için eskiden eşek ve katırlarla patika yollardan altı saat gidiş altı saat geliş toplam on iki saatlik bir yol yürüyerek Diyarbakır’ın Hani ilçesine gidilip erzaklar oradan temin edilirdi.
Günümüzde ise köyün erkekleri, yazları büyük şehirlerde inşaat işlerinde çalışıp kışın da aldıkları erzaklarla geçimlerini sağlamaktadırlar. Bunun yanında köylüler besledikleri hayvanları ve bu hayvanlardan elde ettikleri tereyağı ve çökeleği satarak aile bütçesine belli bir katkı sağlarlar. Bu yağ ve çökelekten kendilerine de kışlık yiyecek olarak belli bir pay ayırırlar. Yazın üç aylık bir yayla dönemi yaşanır. Bu dönemde Akdağ’daki karların erimesiyle meydana çıkan yeşillikte hayvanlar otlatılır. Bu dönemde biriktirilen yağ ve çökelek satılarak önemli bir gelir elde edilir. Köylüler özellikle dut pekmezi yapıp satarak da kendilerine bir gelir elde ederler.
1.3.1.HAYVAN VARLIĞI
Değişik yaşama ortamlarının bulunduğu yöremiz topraklarında farklı yaban hayvanı türleri bulunur. Bunlar; tavşan, keklik, ördek, bıldırcın, kurt, gelincik, atmaca, kartal, karga, sincap, ayı, domuz, yaban keçisi, tilki, dağ güvercini, bülbül, serçe gibi hayvanlardır.
Köyün etrafındaki dağlarda genellikle kışın tavşan ve keklik bolca bulunur. Köyün gençleri zaman zaman gruplar halinde ava çıkarak bol miktarda keklik ve tavşan avlarlar. Bunun yanında köyün aşağısından geçen Fatrakom Çayında çok miktarda alabalık ve sazan balığı bulunur. Bunun dışında köyün temel geçim kaynağının hayvancılık olmasından dolayı her aile birkaç büyük baş hayvan ile çok sayıda koyun ve keçi besler. Aileler besledikleri bu hayvanların etinden, sütünden, derisinden ve tüylerinden faydalanırlar. Köyde en fazla beslenen koyun ve keçi olduğu için en çok da bu hayvanların eti tüketilir. Ayrıca köyde her evin mutlaka bir binek hayvanı vardır. Bunlar genellikle at, eşek ve katır olur. At, eşek ve katır gibi hayvanlara hem binilir hem de yük taşıtılır. Besledikleri öküzlerle genellikle çift sürerler.
1.4.ALADDİN KÖYÜ ULAŞIM VE ALTYAPI HİZMETLERİ
Aladdin Köyü’ne ulaşım iki noktadan gerçekleştirilmektedir. Birincisi Genç-Servi yol güzergâhından Aladdin Köyü’ne gidilir. İkincisi ise Palu-Arıcak üzeri yol güzergâhıdır. Servi Beldesi ile köy arasındaki beş km. yol tamamen toprak bir yoldur. Servi üzeri köye giden yolun bir kolu aşağı mahalleye, bir kolu ise yukarı mahalleye gider.
Köy ile Servi Beldesi ve Genç-Bingöl hattında her gün sefer yapan üç tane minibüs vardır. Eskiden köylüler patika yollardan at ve eşek gibi hayvanlarla saatlerce Hani, Palu ve Genç gibi merkezlerden ihtiyaçlarını karşılarlardı. Uzun kış dönemlerinde zaman zaman köy yolları ulaşıma kapanır.
Köylüler, su ihtiyaçlarını uzun yıllar, çeşmeden “sıtıl” dedikleri kovalara doldurarak evlerine taşımak suretiyle karşıladılar. Ancak son beş yıl içerisinde köye içme suyu şebekesi çekilmiş ve her eve su gitmektedir. Buna rağmen kanalizasyon şebekesi henüz oluşturulamamıştır.
Köyde bir tane sağlık ocağı mevcut olmasına rağmen personel yokluğundan genelde kapalı bulunmaktadır. Köyde bir tane cami ve bir tane de ilkokul mevcuttur.
1.5 ALADDİN KÖYÜ SOSYAL VE KÜLTÜREL YAPI
300 haneli köyün hemen her evinde televizyon bunmaktadır. Sabit telefon hattı eskiden beri köy muhtarının evinde olup cep telefonları yetişkinlerin hemen hepsinde mevcuttur. Son yıllarda şebeke suyunun çekilmesiyle her evde su bulunmakta ve çamaşır makinesi, buzdolabı ve nadiren bulaşık makinesi bazı hanelerde bulunmaktadır.
1.5.1. KÖYÜN AİLE YAPISI
Bölgenin genelinde olduğu gibi Aladdin Köyü’nde de ataerkil aile yapısı son derece güçlüdür. Aladdin Köyü’nde büyük aile (dede, nine, baba, anne, çocuklar)yapısı halen yaygın olan aile çeşitlidir. Ancak son yıllarda büyük aile yapısından çekirdek aile yapısına geçiş söz konusudur. Ailede babadan sonra sözü en çok geçen kişi ailenin en büyük oğludur. Akrabalık bağları kuvvetlidir. Burada büyüğe saygı esastır.
Ailede kadın ve erkek durumu ise; ataerkil aile yapısından kaynaklı ailenin başı genellikler erkeklerdir. Ailenin mutluluğundan, geçiminden, şerefinden aile başı sorumludur. Aileyi ayakta tutan, çocuklara şefkat dağıtıp onları yetiştiren annedir. Kadın ev işlerinden sorumludur; fakat bunun dışında bağ-bahçe, tarla ekim-biçim ve diğer işlerde kadın erkeğin yanındadır, onunla birlikte çalışır.
1.5.2.KÖYÜN EĞİTİM VE ÖĞRETİMİ
Aladdin Köyü’nde bir tane ilköğretim okulu mevcuttur. Aladdin köyü ilköğretim okulu 1955 yılından itibaren faaliyettedir. Köyde okuryazar oranı yüzde doksandır. Köyde okul çağına gelen bütün çocuklar, kız-erkek ayrımı yapılmadan okula gönderilir. Ancak kız çocukları ilköğrenimi bitirdikten sonra okula gönderilmemektedir. Son birkaç yıldan itibaren, ilkokulu bitiren erkek çocukları ailelerin imkânları çerçevesinde Servi Beldesindeki Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda(YİBO) ortaokulu okurlar. Daha sonra Bingöl ve Adana gibi illerdeki akrabalarının yanında lise ve dershane gibi eğitim süreçlerine devam ederler. Ancak köylülerin gerek maddi açıdan yaşadığı sıkıntılar gerekse köydeki iş-güç, çocukların eğitim görmelerinin önündeki en büyük engeldir.
1.5.3.KÖY YAŞAMI
Aladdin Köyü’nde genellikle sonbahar ve kış aylarında kalınırdı. Yaz sonu yayladan indikten sonra, buğday biçimi ve dövülmesi, eve getirilmesi, tamamen ilkel şartlarda gerçekleştiği için uzun bir zaman alırdı. Hayvanlar için meşe ağaçlarının yaprakları sararmadan kesilir, deste yapılır. Bir hayvanın kış süresince tüketeceği adet sayısı bellidir. Herkes hayvan sayısına göre yaprak keser. Bu işlem, kişinin hayvan sayısına ve çalışan kişi sayısına göre yirmi- otuz gün arasında değişir. Bu dönemden sonra kar yağmadan çift sürülür, ekinler ekilir. Kışın kardan dolayı genellikle ahırda hayvanların bakımı ile uğraşılır, kar yağdığı zaman damdaki karlar süpürülür ve damın akmaması için balginda(bangére) denilen loğ ile damın üzeri gezdirilir.
Kışın ise işlerin azlığından dolayı sohbetlerin çok olduğu, birbirlerinin evine gidip gelmelerin arttığı, insanların dinlendiği, daha önce üretilenlerin tüketildiği bir dönemdir.
2.ALADDİN FOLKLORU
2.1.SÖZLÜ ANLATIM VE SÖZLÜ GELENEK
2.1.1.MASAL, HİKÂYE, EFSANE
2.1.1.1.PİR U PİSİNG(NİNE İLE KEDİ) MASALI
Bir varmış bir yokmuş, uzak bir memlekette bir nine ile bir ineği varmış. Nine her gün ineğini sağar sütünü de getirip sepetin altına katarmış. Fakat bir gün bir kedi gelip ninenin bu sütünü içip gitmiş. Birkaç gün böyle devam edince nine sepetin yanında beklemeye başlamış. Gece yarısına doğru bir bakar ki bir kedi gelip sepetin altındaki sütü içiyormuş. Kedi sütü içerken nine elindeki keser ile bir tane vurmuş, kedinin kuyruğu hemencecik orada kopmuş.
Kedi, döner dolaşır gelir ninenin ayaklarına kapanırmış. Derki; nine Allah aşkına sen benim kuyruğumu ver. Ben şimdi arkadaşlarımın yanına gidersem arkadaşlarım benimle ‘kuyruksuz kedi’ diye alay ederler. Nine derki; hadi sen git sütümü getir bende senin kuyruğunu vereyim, der. Kedi, gider ineğin yanına ineğe derki; inek inek Allah aşkına sen biraz süt ver bana. Ben sütü götürüp vereyim nineye, nine kuyruğumu versin bana. İnek derki; hadi git bana ot getir. Ben sana süt vereyim. Kedi gider yayladan ot toplamaya. Yaylaya derki; yayla yayla Allah aşkına biraz ot ver bana. Ben otu götürüp ineğe vereceğim inek bana süt verecek, ben sütü götürüp nineye vereceğim nine kuyruğumu versin bana. Ben kuyruğumu takıp arkadaşlarımın içine gireyim. Yayla derki; hadi git su getir bana. Kedi gider çeşmenin başına, çeşme çeşme Allah aşkına sen su ver bana. Ben suyu götürüp vereyim yaylaya yayla ot versin bana. Ben otu götürüp vereceğim ineğe, inek süt verecek bana. Ben sütü götürüp vereceğim nineye, nine kuyruğumu versin bana. Ben kuyruğumu takıp gideceğim arkadaşlarımın içine. Çeşme derki; hadi git kızları getir üzerimde oyun oynasınlar, bende sana su vereyim. Kedi düşer yola gider kızların yanına. Kızlara derki; kızlar kızlar Allah aşkına sizler gelin çeşmenin üzerinde oyun oynayın ki çeşme su versin bana. Ben suyu götürüp vereyim yaylaya, yayla ot versin bana. Ben otu götürüp vereyim ineğe, inek süt versin bana. Ben sütü götürüp vereyim nineye, nine kuyruğumu versin bana. Ben de kuyruğumu takıp arkadaşlarımın içine gireyim. Kızlar derki; git bize ayakkabı getir. Biz ayakkabılarımızı giyelim gelip çeşmenin üzerinde oynayalım. Kedi düşer yola gider ayakkabıcıya. Ayakkabıcı ayakkabıcı Allah aşkına sen bana ayakkabı ver. Ben onları götürüp vereyim kızlara, kızlar gelsin çeşmenin üzerinde oyun oynasın, çeşme su versin bana. Ben suyu götürüp vereceğim yaylaya, yayla ot versin bana. Ben otu götürüp vereyim ineğe, inek süt versin bana. Ben sütü götürüp vereyim nineye, nine kuyruğumu versin bana. Ben de kuyruğumu takıp arkadaşlarımın içine gireyim. Ayakkabıcı derki; hadi git bana yumurta getir. Ben de ayakkabı vereyim sana. Kedi düşer yola gider tavukların yanına. Derki; tavuklar tavuklar Allah aşkına yumurta verin bana. Ben yumurtaları vereceğim ayakkabıcıya, ayakkabıcı ayakkabı verecek bana. Ben ayakkabıları götürüp vereceğim kızlara, kızlar gelsin çeşmenin üzerinde oyun oynasın, çeşme su versin bana. Ben suyu götürüp vereceğim yaylaya, yayla ot versin bana. Ben otu götürüp vereyim ineğe, inek süt versin bana. Ben sütü götürüp vereyim nineye, nine kuyruğumu versin bana. Ben de kuyruğumu takıp arkadaşlarımın içine gireyim. Tavuklar derki; hadi git bize yem getir. Biz yiyelim ki yumurta verelim sana. Kedi düşer yola çok gider az gider bir çiftçiye rast gelirmiş. Çiftçi ilkbahar tohumunu atmak için tarlanın içindeymiş. Bir torba tohum da tarlanın kenarındaymış. Kedi, çiftçi çiftçi kurt senin öküzünü götürdü, demiş. Çiftçi tohumu hemen orada bırakmış ve hemen öküze doğru koşmuş kedi tohum torbasını alıp gitmiş.
Kedi, tohumu götürüp verir tavuklara. Tavuklar yumurta verir ona. O yumurtaları götürüp verir ayakkabıcıya. Ayakkabıcı ayakkabı verir ona. O, ayakkabıları götürüp verir kızlara. Kızlar, gelir çeşmenin üzerinde oyun oynar. Çeşme su verir ona. O, suyu götürüp verir yaylaya. Yayla ot verir ona. O, otu götürüp verir ineğe, inek süt verir ona. O, sütü götürüp verir nineye. Nine, kuyruğunu verir ona. Nine, kedinin kuyruğunu boncuk ve çiçeklerle süslemiş, kedi bu süslü kuyruğu takar kendine ve gider arkadaşlarının içine. Arkadaşları kediye derler ki; sen bu kuyruğunu nasıl süsledin böyle. Kedi derki; bir gün hava çok soğuktu ben o buzda kuyruğumu gölün içine soktum. Kuyruğum böyle güzel oldu. O vakit bütün arkadaşları düşerler onun peşine giderlermiş gölün kenarına. Kediler kuyruklarını sokarlarmış göle, hepsinin kuyrukları donarmış. Kediler kendilerini o yana bu yana çekerler fakat oradan çıkamazlarmış. Birkaç tanesinin kuyruğu burada kopar ve kuyruksuz olurlarmış. Kedinin bütün arkadaşları düşerler onun peşine fakat o kaçar gidermiş.
Benden yalan Allahtan doğru
Ben bir tava helva yaptım
Onu, dinleyenlere dağıttım. (K.15)
2.1.1.2.BİR GARİP KURT MASALI
Bir varmış bir yokmuş, uzak bir diyarda bir tane kurt varmış. Bir gün bu kurt çok acıkmış, kendisine bir av aramaya başlamış. Kurt avını ararken bir tane eşeğe rast gelmiş. Bu eşek kendi halinde öylece ot giyiyormuş. Kurt, bu eşeği görünce, güzel bir lokma buldum, diyerek çok sevinmiş. Hemen şunu bir yiyeyim, demiş. Eşek, kurda yem olmamak için bir kurnazlık yapmış. Demiş ki ‘aman sen de kurt kardeş önce bir derdimi sor. Nedir, hemen beni yeme derdine düşmüşsün. Hele önce şu derdime bir çare bul, sonra ben zaten senin malınım. İstediğin zaman beni yiyebilirsin’. Kurt der ki ‘niye, hayırdır senin de mi derdin var? Nedir derdin’ eşek der ki ‘ ayağımdaki nal düşmüş, sahibim burada olsa da şu nalı ayağıma vursa’ demiş. Kurt, ben çok iyi nal vururum, ben zaten nalbantım, demiş ve almış taşı eline eşeğin ayağına nalı çakmaya başlamış. Kurt, nalı eşeğin ayağına tam yerleştirdiğinde eşek, kurdun alnının ortasına bir tekme indirmiş ve oradan kaçıp sahibinin yanına gitmiş. Kurt kendine gelince, kendi kendine hayıflanmaya başlamış. ‘senin deden nalbant değil, baban nalbant değil, sen neyine güvenip de nalbantlık yaparsın’ diyerek kendine küfürler etmiş. Kendini iyice toparladıktan sonra ‘eğer bir daha onu görürsem o zaman onun icabına bakarım’ diyerek kendini teselli etmiş.
Kurt, kalkmış düşmüş yollara kendine av aramaya devam etmiş. Az gitmiş çok gitmiş bir tane koyunu ot yerken görmüş. Kurt ‘oh be küçük ama güzel bir lokma buldum kendime’ diyerek koyunu yeme planı yapmış. Koyun, kurda yem olmamak için der ki ‘aman kurt kardeş, sen de hiç derdimi sormuyorsun. Hemen beni yeme derdine düşmüşsün, ben zaten senin malınım, önce şu derdime bir çare bul sonra istediğin gibi beni yiyebilirsin’. Diyerek kurttan kurtulmanın yollarını aramış. Kurt demiş ki ‘hayırdır senin ne derdin var’ koyun cevap vermiş ‘hiç sorma kurt kardeş benim derdim çok ağırdır. Benin sahibim bana kaval çalınca ben de buralarda hep oyun oynardım. O zaman benim bütün vücudum pamuk gibi yumuşak olurdu. Ben diyorum ki keşke şimdi sahibim burada olsa da bana bir kere bu kavalı çalsa, ondan sonra zaten beni yiyeceksin’ kurt hemen cevap verir ‘ben zaten kavalcıyım, çok iyi kaval çalarım sana da çalayım’ der ve kavalı alır üflemeye başlar. Fakat doğru düzgün bir ses çıkaramazmış. Koyun demiş ki ‘ama kurt kardeş benim sahibim böyle yapmazdı ki, benim sahibim gözlerini bağlardı, sonra şu kayaya sırtını verirdi. O zaman çok iyi çalardı’. Kurt da buna inanır hemen gözlerini bağlar, sırtını da bir kayaya verir ve başlar kavalı üflemeye. Yine doğru düzgün bir ses çıkaramaz, fakat koyun kalkar bir iki oyun oynar. Bu defa kavalı çok iyi çaldığını söyler kurda. Kurtta bunun sevinciyle coştukça coşar ve kendini tamamen kavala kaptırmış. Koyun, yavaş yavaş oradan uzaklaşır ve kaçarak sahibinin yanına gitmiş. Kurt, bir ara ortalığın sessizleştiğini fark eder. Gözlerini açıp bakar ki ortalıkta koyun falan kalmamış. Yine başlar kendi kendine hayıflanmaya ‘senin deden kavalcı değil, baban kavalcı değil kaval senin neyine’ diyerek kendi kendine söylenir ve yine düşer yollara. Çok acıkan kurt, dağ- taş demeden her tarafı gezer kendine bir av bulmak için. Bir zaman sonra kurt, bir bakar ki bir tane at çayırın içine dalmış otlanıyor. Kurt, hemen bu ata yanaşır onu avlamak için çeşitli yollar aramaya başlarmış. At da kurdu görür, ona yem olmamak için bir çare aramaya başlamış. At hemen der ki ‘hayırdır kurt kardeş hemen beni yeme derdine düşmüşsün, önce bir derdimi sor, hele şu derdime bir çare bul, sonra yersin beni. Ben zaten senin malınım, istediğin zaman yiyebilirsin’ diyerek bir plan yapmış. Kurt buna da sorar ‘hayırdır senin derdin nedir’ diye. At demiş ki ‘şimdi sahibim burada olsaydı, üzerime binip beni bir az koştursaydı o zaman vücudum çok rahatlardı, pamuk gibi olurdum. Beni o zaman çok rahat yiyebilirdin. Kurt hemen bu tuzağa da düşer. ‘ben zaten çok eski bir biniciyim, çok iyi at binerim’ demiş ve ata binmiş. Kurt, ata bindikten sonra ayaklarını atın yanından sarkıtmış, atın ensesindeki tüyleri tutmuş bir iki defa atı sağa sola götürüp getirmiş. İyice ısınıp açılan at hızlanır, son surat koşarak uçurumun kenarına gitmiş ve kurdu üstünden aşağıya fırlatmış. Kurt, ata çok yalvarmış fakat bu yalvarmalar para etmemiş. Kurt, bir anda kendini uçurumdan aşağı derede bulmuş. Yine başlamış kendi kendine hayıflanmaya, küfürler etmeye. ‘Senin deden ata binmemiş, baban ata binmemiş. Ata binmek senin neyine’ diyerek hayıflanıyormuş. Oradan geçen bir köylü kurdun bu hayıflanmalarını görünce yanına gitmiş, elindeki kürekle kurda bir tane vurmuş ve kurdu tahtalıköye yollamış. ( K.8)
2.1.1.3.CENG (SAVAŞ) HİKÂYESİ–1
Zamanın birinde bir genç varmış, bu genç çok cesur, babayiğit bir delikanlıymış. Bu delikanlının adı Sad'imiş. Sad’ın babasının adı Übeydullah imiş. Sad’ın babası çok ünlü bir pehlivan imiş. Ancak zamanla Sad’ın da pehlivanlıktaki ünü dört bir yana yayılır ve kendisine Übadi’nin pehlivan oğlu Sad unvanı verilir olmuş. Bunlar Medine’de yaşarlarmış, ancak Sad’ın karısının ailesi Mekke’de yaşamaktaymış. Bir gün karısı Sad’a der ki ‘bey ben ailemi özledim, halim vaktim yoktur onlara gideyim, isterim ki sen gidip onlardan sağlıklı bir haber getiresin’ Sad da tabii ki hanım giderim der. Bu arada Sad’ın kız da büyümüş genç bir hanım olmuştur. O da babasına, kendisiyle beraber gelip dayılarını görmek istediğini söyler. Sad ilk önce buna karşı çıkar, uzun ve tehlikeli bir yolda bir bayanla gitmek hiç doğru değil, der. Fakat kızının gitmeye çok istekli olduğunu, bunda ısrarcı olduğunu görünce, onu da yanında götürmeye karar verir ve hemen hazırlanmasını söyler. Kız hazırlığını yaparken, Sad da kendi hazırlığını yapar, silahını kuşanır, atını hazırlar. Sad, atına biner kızını da arkasına bindirir, belindeki kuşağı çıkarır kızın beline bağlar, sonra onu da kendine bağlar ve atını tekmeleyerek yola çıkar. Uzun bir yol gittikten sonra, o dönem Mekke ve Medine arasında faaliyet yürüten eşkıyalar vardır. Sad bunlardan habersizdir. Uzun bir yolculuktan sonra Sad ve kızı, kırk kişilik bir eşkıya grubuyla karşılaşırlar. Bu eşkıya grubu çok acımasızdır, gelen geçen herkesten para-pul, değerli ne varsa gasp etmektedir. Sad, bunları görünce geri dönmek ister, fakat kendi gururuna yediremez ve gurubun üstüne üstüne gider. Sad burada kendi kendine der ki ‘ben Übadi’nin oğlu Sad’ım hiç kimseden korkmam ama ne fayda bu kızım yanımda, onu da korumak zorundayım, başıma bela oldu bu kız’ der. Eşkıyalar bunların önünü keserler, Sad’a derler ki ‘atını, silahını ve kızını bize bırak ve hemen burayı terk et. Nereye gidersen git.’ Buna karşılık Sad, der ki ‘ne biçim konuşuyorsunuz, ben ölmeden namusumu size bırakır mıyım, atımı, silahımı bırakır mıyım? Siz biliyor musunuz ben kimim, ben Übadi’nin oğlu Sad’ım.’ Eşkıyalar derler ki ‘biz ne Übadi’yi ne de Sad’ı biliriz. Bırak onları ve buradan git. Sad hemen kılıcını çeker ve bu eşkıya gurubunun içine dalar. Eşkıya gurubu da Sad’ın etrafına bir çember oluşturur. Sad’ın arkasındaki kızı burada ona büyük bir yük olmaktadır. Sad kızını korumaya çalışırken rahat dövüşememektedir. Burada uzun bir süre dövüşen Sad, bu kırk kişilik eşkıya gurubundan yirmi kişiyi öldürür, diğer yirmi kişi bir çember atar ve Sad ile kızını esir alırlar. Onları alıp dağlardan, tepelerden saklaya saklaya götürürler. Giderken de toprak üzerinden değil, ayak izlerini kimse bulmasın diye taşlara basarak uzun bir yol giderler. Sad, bu dövüşten yaralı olarak esir düşmüştür. Eşkıyalar onu öldürüp kızını, silahını ve atını almak istemektedirler. Sad’ın karısı, onlar gittikten sonra sürekli kötü rüyalar görmektedir, bir şeylerin kötü gittiğinden kaygılanmaktadır. Sad’ın karısı gördüğü bu kötü rüyalar sonucunda kendisine yardım edecek birini aramaya başlar ve ilk önce Hz. Ali’ye gider ve derdini ona anlatır. Kocası ve kızının Mekke’de bulunan ailesinin yanına gitmek için yola çıktığını fakat yolda kötü bir şeylerin başlarına geldiğini hissettiğini söyler. Hz. Ali, bunların bulunması için dört bir yana haber salar. Dağlarda gezen casuslardan biri gelir, Hz. Ali’ye durumu anlatır. Sad’ın kırk kişilik bir eşkıya gurubu ile dövüştüğünü ve bunlardan yirmisini öldürdükten sonra esir düştüğünü söyler. Bunun üzerine Hz. Ali hemen Düldül’ünü dışarı çıkarır, hazırlar. Kendisi de savaş elbiselerini giyer, kılıcını kuşanır ve yola çıkar. Sad’ın eşkıyalarla dövüştüğü alana gelir orada yirmi tane ceset görür. Ancak geri kalanların nereden gittikleriyle ilgili her hangi bir emare yoktur. Fakat Hz. Ali bütün o dağları taşları dolaşır, sonunda onların yerini tespit eder ve onları bulur.
Hz. Ali, Sad ile kızının yanına varmadan, onları Siyab Şay adında Müslüman olmayan bir avcı bulur. Bu avcı, yirmi kişilik eşkıya gurubunun Sad ile kızını esir tuttuğunu görür. Eşkıyaların, onları kollarından, ayaklarından bağladıklarını görür önce. Sonra kızın ne kadar güzel olduğunu fark eder. Kızın güzelliği, adeta karanlık bir geceyi aydınlatan ay parçası gibi gelir ona. Avcı hemen atılır, bu yirmi kişilik eşkıya gurubunun önünü keser, onlardan kızı kendisine vermelerini ister. Fakat eşkıya gurubu ‘bu bizim avımız, kısmetimizdir sana vermeyiz, biz de senin gibi avcıyız bu dağlarda’ derler. Ancak, cesur avcıyı ikna edemezler. Avcı, guruba rest çeker ‘ben size diyorum ki bu kızı bana verin yoksa hepinizi öldürürüm, bana Siyab Şay, derler. Çabuk kızı verin ve gidin buralardan’ der. Siyab Şay ne yapsa ne etse boşunadır. Eşkıyalar kızı vermek istemezler. Siyab Şay hemen kılıcını çeker ve eşkıya gurubuna saldırır, kısa sürede bu eşkıyaların hepsini öldürür, kızı ve babasını alır yoluna devam ederken, kızın güzelliğinden çok etkilenir. Kızın artık kesinlikle kendisinin olacağını düşünürken Hz. Ali onları bulur. Hz. Ali bakar ki Sad ile kızı adamın elinde esirdir, hemen yetişir, onları durdurur. Avcıya sert bir şekilde bu insanları nereye götürdüğünü sorar, niye onları esir ettiğini öğrenmek ister. Avcı da ‘ben bir avcıyım bunlar da benim avımdır, ben bunları dövüşerek düşmandan aldım. Bana da Siyab Şay derler, sen kimsin’ diye sorar. Hz. Ali ‘hemen o insanları bırak ve buradan kaybol yoksa senin kelleni alırım’ der. Siyab Şay da ‘ben ölmeden kendi avımı kimseye bırakmam’ der ve kılıcını çeker. Hz. Ali de kılıcını çeker ama onu öldürmek istemez. Hz. Ali’nin niyeti onu sağ yakalayıp etkisiz hale getirdikten sonra Müslüman etmek. Hz. Ali ne yapıp ettiyse avcıyı teslim alamıyor, onu vurup öldürmek de istemiyor. Uzun bir mücadeleden sonra, Hz. Ali, avcıyı büyük bir ustalıkla atının üzerinden tutup indirir ve onu teslim alır. Elini, ayağını bağlar. Sad ile kızının bağlı olan ellerini, ayaklarını çözer. Hz. Ali, Siyab Şay’a ‘bu yol nereye gider diye sorar.’ Siyab Şay da ‘bu yol bir kaleye gider’ der. Hz. Ali ‘bu nasıl bir kaledir’ der. Siyab şay, kalenin çok kötü, yolunun bozuk, her tarafının zindan olduğunu ve bu kaleye ancak iki günde varabileceklerini söyler. Hep beraber yola çıkarlar, uzun bir zaman gittikten sonra kaleye yakın bir yerde bir çadır kurarlar. Siyab Şay’yı(avcı) orada bir ağaca bağlarlar. Hz. Ali, Sad ve kızı çadıra gidip bir süre dinlenirler, burada birbirleriyle dertleşirler. Bu arada kalenin üstünde askerlerin nöbet tuttuklarını görürler. Bu askerler her tarafı gözetim altında tutarlar, adeta uçan kuştan haberdardırlar. Bu askerler, o bölgede gezen dost-düşman kim varsa önlerini keser, onlardan haraç alırlarmış. Hz. Ali kendini bir çoban kılığına sokarak gider o askerlerden bir iş ister. Amacı bir şekilde kaleye girmektir. Askerler, hükümdara gidip bir çobanın geldiğini, burada çalışmak istediğini söyler. Hükümdar ise hemen emir vererek, gelenin kim olduğunu, nereden geldiğini, dost mu düşman mı olduğunu öğrenin, der. Birkaç tane asker hemen gelir, Hz. Ali’ye sorar, sen kimsin, neyin nesisin, nerden geldin diye birkaç soru sorarlar. Hz. Ali de ben bir çobanım bütün hayvanlarımı sattım ve şimdi işsizim, iş arıyorum buradan geçerken size de sormak istedim, belki bana bir iş verirsiniz diye. Askerler yanındakilerin kim olduğunu sorar. Hz. Ali, Sad’ı göstererek bu benim yardımcım, bu kız da benim kızımdır. Askerler tekrar hükümdarın huzuruna çıkarlar, hükümdara durumu anlattıktan sonra derler ki bu çobanın yanında çok güzel bir kızı var, tam bir ay parçası, siz de kocaman bir hükümdarsınız, bu kız tam size layık bir kızdır. Hükümdar hemen emreder, der ki; hemen çağırın onları benim huzuruma gelsinler. Askerler gidip çağırırlar. Hz. Ali hemen toparlanır, Sad ile kız onun gitmesini istemezler, başına bir iş gelmesinden korkarlar. Hz. Ali gitmekte kararlıdır ‘bana bir şey olmaz Allah’ım beni korur’ der ve kalkar. Askerler hemen onun kollarından tutarak hükümdarın huzuruna kadar götürürler. Burada Hz. Ali ile hükümdar uzun bir sohbet kurarlar. Hükümdar askerlere gizliden bir emir vererek, dışarıda kalan kız ile Sad’ı getirmelerini söyler. Hükümdar ‘bu çoban zaten elimizde kızı da getirirseniz her şey artık bizim istediğimiz gibi olur’ der ve yüz kişilik bir asker gurubunu yola çıkarır. Kız bunların geldiğini fark eder ve bunu babasına söyler. Babası bu askerlerin kız için geldiklerini anlar ve tedirgin bir şekilde beklerken esir olarak tuttukları Siyab Şay oradan kıza seslenir ‘gel benim ellerimi çöz size yardım ederim, her ne kadar ben seni buldumsa da baban savaşarak seni benden aldı. Ben bugün sizin esirinizim, bir köpek bile yanında bulunduğu sahibine ihanet etmez. Ben de size ihanet edemem, gel şu ellerimi çöz, ben burada oldukça hiç kimse sana elini süremez.’ der. Kız der ki ‘onlar bana elini sürmezse o zaman sen bana karışırsın’ avcı yok der, ben sana artık karışmam yeter ki sen benim ellerimi çöz. Kız ikna olur, gider onun ellerindeki bağı çözer. Askerler yaklaşırken Siyab Şay kılıcını alır onlara doğru gider. Askerleri durdurur nereye gittiklerini sorar, askerler de ‘sizleri alıp içeri götüreceğiz’ derler. Siyab Şay kılıcını çeker ve ‘aklınızı başınıza alın bana Siyab Şay derler, hiç mi namımı duymadınız’ diyerek saldırıya geçer. Askerler de kılıçlarını çekerler ve çetin bir dövüş başlar. Siyab Şay, askerlerden birkaç tanesini öldürdükten sonra diğer askerler geri kaçarak kaleye giderler. Siyab Şay tekrar ağacın yanına gider, kızdan kendisini tekrar oraya bağlamasını ister. Kız, onu oraya yeniden bağlar. Bütün bu olanlardan Hz. Ali’nin haberi yoktur. Hükümdar bu defa askerlere, gidip kızın babasını getirmeleri emrini verir. Askerler gelir adamı götürmeye. Kız, babasının gitmesini istemez. Eğer babası giderse ya avcının ya da askerlerin kendisine bir zarar vereceğini düşünür. Böylece uzun bir süre babasının gitmemesi için direnir. Babası der ki ‘kızım ben kesinlikle oraya gideceğim, korkma, Allah ne yazmışsa biz de onu göreceğiz’ der ve gider. Askerler onu da kollarından tutarak içeriye götürürler. Bu arada Hz. Ali de kalenin içinde gezer, kalenin kapılarını, çıkış noktalarını tespit etmeye çalışır. Kalenin bütün ayrıntılarını öğrenmeye çalışır ve buna göre bir plan yapar. Acaba hangi noktadan vurursa kaleyi alabileceğini hesaplamaya çalışır. Askerler Sad’ı hükümdarın huzuruna getirirler. Hükümdar, ‘bu kız senin mi?’ diye sorar. Sad ‘evet bu benim kızımdır’ der. Hükümdar, ‘bu kızı bana ver, sen de istersen burada kal, istersen başka yere git, seni azat ediyorum’ der. Sad, ‘ben kızımı Müslüman olmayanlara vermem, biz Müslüman’ız siz ise kâfir. Kızımı kesinlikle size vermem’ der. Askerler hemen onu kollarından tutarak götürüp zindana atarlar. Hz. Ali, kalenin her tarafını gezip bütün ayrıntılarını öğrenirken bu olanlardan haberi yoktur. Kız dışarıda ağlamaya başlar, babasının zindana atılacağını anlar. Hz. Ali kızın yanına gelir, bakar ki Sad ortalıkta yok, kız da tek başına oturmuş ağlıyor. Kıza sorar baban nereye gitti diye. Kız da olan biteni ona anlatır. Hz. Ali durumu anlayınca orada bir savaş başlatır. Kısa bir zaman içinde kaleyi ele geçirir. Hükümdarı esir alır, hükümdar ile birlikte bütün askerleri Müslüman olur. Hz. Ali de kız ile babasını alıp eve döner. ( K.8)
2.1.1.4.CENG (SAVAŞ) HİKÂYESİ- 2
Vakti zamanda bir şehrin bir padişahı varmış, bir gün bu padişahın cemaati toplanmış kalabalık bir şekilde oturuyorlarken padişah olan bitenden rahatsız olmuş. Bu durumdan da veziri sorumlu tutmuş. Hemen cellât başına emir vermiş ‘Allah sana uzun ömür versin, ancak bu veziri tez elden darağacına çekeceksin, sabah namazına kalktığımda eğer bu veziri darağacında görmezsem onun yerine seni oraya asarım’ demiş. Bu durumdan rahatsız olan cemaatten çıt çıkmamış. Padişah hemen cemaati dağıtmış, herkesi evine göndermiş. Vezir, her akşam eve vardığında hemen karısına yemek hazırlatıp hoş-beş sohbet edermiş. Fakat bu akşam vezirin keyfi kaçmış, hiç sohbet etmemiş, karısının hazırladığı yemeği de yememiş. Karısı, ısrarla veziri yemeğe çağırır, fakat vezir ona, çok aç olduğunu ama iştahının olmadığını söyler ve gelişen durumdan karısını haberdar eder. Sabah namazına kadar cellât başı tarafından darağacına çekileceğini söyler. Bunun üzerine ağlayıp sızlamaya başlayan kadını, vezir susturur. Ağlayıp sızlamanın kar etmeyeceğini bari içerde uyuyan ve evin tek çocuğu olan oğullarını uyandırmamaları gerektiğini söyler. Eğer çocuk uyanırsa bu defa onu durduramayacaklarını söyler. Onları orada bırakıp cellât başına dönecek olursak, cellât başı eve gelmiş ama o da çok huzursuzdur. Gecenin geç saatlerine kadar uyumayınca, karısı bunun nedenini sorar. Cellât başı da eğer sabah namazından önce veziri darağacına asmazsam padişah onun yerine beni asacak, onun için uyumamam lazım, bunu yapmaya mecburum, benim çocuklarım el kapısında kalacağına onunkiler kalsın, diyerek sabahın ilk ışıkları daha vurmadan cellât başı, vezirin asılacağı darağacını hazırlar. İpini, iskemlesini hazırladıktan sonra vezirin kapısını çalar. Kapıyı açan vezirin karısıdır. Cellât başını görünce ağlamaya başlayan kadını cellât başı ‘bacım boşuna ağlama, benim de elimden bir şey gelmez. Eğer kocanı asmazsam padişah onun yerine beni asacak, onun için mecburum buna’ diyerek vezirin kolundan tuttuğu gibi dışarı çıkarır ve kapıyı kapatarak darağacının olduğu yere gelirler. Cellât başı hemen vezirin boynuna ipi geçirir ve altındaki iskemleye bir tekme vurarak veziri asar. Vezir o darağacında can verirken kömür gibi kararır ip gibi uzanır ve öylece can verir. Cellât başı hemen yola çıkar padişaha doğru giderken tam kapıda padişahın abdest almak için kalktığını görür. Cellât başı, hemen padişaha yanaşarak ‘padişahım Allah uzun ömürler versin size, emrinizi yerine getirdim’ der. Padişah da vezirin asıldığını görünce cellât başına der ki ‘git bütün âlimleri, imamları topla. Diğer ahaliye de söyle, onlar da mezar hazırlamaya gitsinler. Bu vezir otuz beş yıldır benim yanımdaydı, ona göre bir cenaze töreni hazırlayın. Âlimler, imamlar gelsin üzerinde kuran okusun ne zaman defin işlemi tamamlandı o zaman bana haber ver. Ben en önde sizler de peşimden mezara geleceksiniz’ der. Cellât başı, padişahın bu emirlerini hemen yerine getirdikten sonra padişahın huzuruna çıkar ve söylediği her şeyin aynen yerine getirildiğini ifade eder. Bunu üzerine padişah kalkar, bütün âlimlerin önünde yürüyerek mezarlığa gider. Defin işlemi bittikten sonra ahali tam dağılacak iken padişah der ki ‘ey ahali her biriniz bir tane taş getirin burada, bu mezarı bir anıt olarak hazırlayacağız. Buradan gelip geçen herkes burada büyük bir insanın mezarının olduğunu bilmeli ve dua etmeli. Bu vesile ile bizler de vezire karşı olan sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluruz’ der. Ahali bu olan bitene pek bir anlam verememiş, kendi aralarında, bu padişah ne yapmaya çalışıyor hem adamı astırır hem de ona anıt mezar yaptırır. Acaba vezirin suçu nedir ki padişah böyle davranıyor, diye mırıldanarak taşları toplarlar. Padişah kendi elleriyle vezire bir mezar örer, bir tane de güzel kapı yaptırır ve ahaliye dönerek artık burada işlerinin bittiğini herkesin dağılıp evine gitmesini ister.
Onları orada bırakıp vezirin karısına dönecek olursak, o da sabah erkenden oğlunu uyandırır. Çocuğun babasının bu durumundan haberdar olmaması için onu bir iş için şehrin dışına gönderir. Çocuk erkenden kalkıp şehri terk eder, fakat dönüşte şehrin mezarlığında kocaman bir anıt mezarın yapıldığını görür. Arkadaşlarıyla orada karşılaşan vezirin oğlu, bu durumu merak eder ve arkadaşlarına bu mezarın kimin olduğunu, ne zaman öldüğünü sorar. Arkadaşları da bunun vezirin mezarı olduğunu, padişahın babasını astığını çocuğa anlatırlar ve şimdi de kendisini aradıklarını eğer padişahın adamları kendisini yakalarlarsa onu da asacaklarını söylerler. Ancak gerçekte böyle bir durum söz konusu değildir, padişahın böyle bir amacı yoktur. Çocuk paniğe kapılır, ne yapacağını düşünür. Arkadaşlarına neler yapabileceğini sorar. Onlar da kendisine yardım edemeyeceklerini, fakat eğer buralardan kaçıp gidecekse annesinin yanına kadar götürebileceklerini aksi takdirde hiçbir şekilde ona yardım edemeyeceklerini söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışırlar. Çocuk, eve gitmekten korkar. Eğer yakalanırsa kendisinin de asılacağını düşünür ve kendini vurur yollara, kaç gün kaç gece dağları, ormanları yürür. Uykusu geldiğinde bir ağacın altında uzanır öylece uyur. Sabah günün ilk ışıkları çıktığında uyanır, düşer yollara yine az gider çok gider bir tepenin üstüne varır. Buradan bakar ki tepenin aşağısında birkaç tane yaylalık ev görür. Oraya gideyim mi gitmeyeyim mi diye tereddütte kalır. Sonra izini belli ettirmemek için yoluna devam eder. Uzun bir yolculuktan sonra uykusuzluktan sersemleşen çocuk, o gördüğü evlerin gerçek mi yoksa bir hayal mi olduğunu düşünür. Geri dönüp dönmemekte biraz tereddüt yaşar. Fakat bu saatten sonra geri dönmenin anlamsız olacağını düşünerek yoluna devam eder. Günlerdir yollarda olan çocuk ancak beşinci günün sonunda bir şehre ulaşır. Bu yolculuk esnasında hiçbir şey yiyememiş, çok acıkmış bir halde bu şehre varmıştır. Şehrin içlerine doğru girince bir lokantayla bir otele denk gelir. Çok acıkmış olan çocuk, yemek yemek ister. Önce yemeğin kaç lira olduğunu sorar sonra otelde uyumak için otelin fiyatını sorar. Yemeğin de otelde kalmanın da ücreti beşer liradır. Oysa çocuğun cebinde sadece beş lirası vardır. Onu yemeğe verse, yatacak yer sorun olur, otele verse yemek yiyemez. Böyle düşünürken yorgunluk ve açlıktan dolayı olduğu yere çöker ve öylece uyuya kalır. Bu şekilde az çok uyurken birden bir adamın onu çağırdığını fark eder ve uyanır. Adam, çocuğu görünce onun yabancı bir olduğunu anlamış, ona kim olduğunu sormuş. Çocukta uzak yerlerden geldiğini aç ve yorgun olduğunu, parasının da olmadığını ifade eder. Adam çocuğu alır lokantasına götürür, yemeğini yedirir. Sonra bir de onu uykuya yatırır. Döner karısına, bu çocuğun çok gariban ve kimsesiz biri olduğunu eğer kabul ederse onu kendilerine evlat etmek istediğini söyler. Kadın da bunu kabul eder. Kadın çocuğu görünce çok sever. Çocuk, sanki bir yumurtadan çıkmış pırıl pırıl bir yavru kuştur. Bu ailenin zaten hiç çocuğu da olmuyormuş, böylece aile bu çocuğu evlatlık edinir. Otel ve lokantayı ona emanet eder. Çocukta burada kalmaya başlar. Çocuk birkaç gün böyle yaşamını sürdürür. Bir gün çarşıya çıkmak istediğini söyler. Ailesi önce bu isteğine karşı çıkar, çocuğun dışarı çıkmasını istemez. Çocuk, hem yabacılık çeker, kimseyi tanımaz hem de gider de yolunu kaybedebileceğinden çekinerek bu isteğine karşı çıkarlar. Sonra onun bu isteğini yerine getirmeleri gerektiğini düşünerek ona izin verirler. Çocuğa yemeğini yedirip, üstünü başını giydirirler ve otelin önünden geçen yolu takip ederek çarşıya gidebileceğini söylerler. Yolu da tarif ederek tekrar dönüşte buradan gelmesini söylerler. Çocuk, çıkar yürüyerek, etrafı dolaşarak çarşıya varır. Karşısına onun yaşlarında birkaç tane genç çıkar. Bu gençlerin ellerinde kitaplar vardır. Bu gençlere bu kitaplarla nereye gittiklerini sorar. Gençler de Kur’an-ı Kerim kursuna gittiklerini söylerler. Çocuk, gelirsem hocanız bana da ders verir mi? Diye sorar. Gençler, bunu biz bilemeyiz, kesin bir şey diyemeyiz, ne dersek yalan olur. İstersen gel şansını bir dene, derler. Hep beraber düşerler yola giderler medreseye. Diğer gençler içeriye gidip derse başlarlar, ancak çocuk dışarıda durup onları seyreder. Hoca bunu görünce dayanamaz oradaki gençlere, bu dışarıdaki çocuğun kim olduğunu, niye içeri gelmediğini sorar. Gençler de hocaya durumu anlatırlar. Hoca çocuğu çağırır yanına, onun kim olduğunu öğrenmek ister, buralarda ne işi olduğunu sorar. Çocukta başından sonuna kadar her şeyini anlatır ve burada medrese eğitimi almak istediğini söyler. Hoca ona kaç günlük ya da kaç aylık eğitim almak istediğini sorar, onun niyetini öğrenmek ister. Çocukta günlük ya da aylık değil yıllarca sürecek bir eğitim almak istediğini söyler. Böylece on iki yıl sürecek bir eğitim görmeye başlar orada. Çocuk bu süre zarfında kendini öyle bir geliştirir, öyle bir eğitim alır ki kısa bir zaman sonra hem oradaki öğrencilerden hem de hocalarından kat kat daha fazla şeyler öğrenir. Çocuk, gece gündüz demeden sürekli kitap okur, hocasının bile okuyamadığı kitapları kendisi okur. Bunu fark eden hoca da kendisine artık bir şey öğretemeyeceğini anlayarak bundan sonra derslere gelmesine gerek olmadığını ve isterse evde kalıp kendisini öyle geliştirebileceğini söyler. Çocukta artık buralarda kalamayacağını, zaten bundan sonra buradan öğrenebileceği pek bir şeyin kalmadığını söyler. Aslında o, on iki yıllık eğitim döneminin ilk beş yılından itibaren bunu fark etmiş, ancak hocasına ayıp etmemek için burada bu kadar süre kaldığını ifade eder. Bunun üzerine hoca, çocuğa ne yapmak istediğini, nereye gitmek istediğini sorar. Bu konuda serbest olduğunu ifade eder. Çocuk, biran önce annesinin yanına gitmek istediğini söyleyince hoca da ona bir yolluk hazırlar, çantasını doldurur ve çocuğu annesine yolcu eder. Çocuk bir süre yürüdükten sonra bir ağacın altında oturup bir az dinlenmek ister. Burada biraz düşünür, kendi kendine ‘eğer ben şimdi memleketime gittiğimde bu on iki yıl boyunca nerelerdeydin diye sorarlarsa ben onlara ne diyeceğim, on iki yıldır buradayım ancak hiçbir zaman kimseye sormadım burası neresidir diye. Ben şimdi insanlara ne diyeyim, neredeydim bu kadar süre boyunca’ diye düşünürken tekrardan şehre döner ve bu şehrin neresi olduğunu öğrenmek ister. Tam çarşının ortasına geldiğinde bir dükkânın önünde birkaç kişinin oturup Kur’an-ı Kerim okuduğunu, müşteri geldiğinde dükkân sahibi kalkıp o müşteriyle ilgilendikten sonra tekrar kur’an-ı kerim’e kaldığı yerden devam ettiğini görür. Çocuk buranın bir âlimler yeri olduğuna kanaat getirir ve orada oturan insanlara buranı neresi olduğunu sorar. Cemaatten birisi buranın Bağdat olduğunu söyler. Çocuk, buranın Bağdat âlimlerinin yeri olduğunu düşünür. Bunun üzerine tekrardan memleketine dönmek üzere yola çıkar. Uzun bir yolculuktan sonra, öğlen namazını kılmak için bir mola verir. Burada bir bahçeye rast gelir. Kapıyı açar içeri girer girmez karşısında bir tane havuz görür. Bu Havuzun kenarında kocaman bir ağaç vardır. Bu ağacın dallarından birisinden bir tane altın tas sarkmış haldedir. Bu tası alır havuzdan bir tas su içer, sonra abdestini alır namaz kılıp Kur’an-ı Kerim okumak ister. Fakat bu sırada bir gümbürtü duyulur, yer titrer, zanneder ki deprem olur.
Bir bakar ki karşısında öyle güzel bir kız görür. Şimdiye kadar bu güzelliği ne bir göz görmüş ne bir kulak duymuş. Genç adam kıza öyle bir bakar, Allah’ım ben bu güzelliğe layık değilim onu layık olan arkadaşıma nasip eyle, derken bir tane güzel daha çıkar gelir genç adam kendini buna da layık görmez. Bunun da ona layık olacak başka bir arkadaşına nasip olmasını diler. Bu heyecan içinde Kuran’ı okumadan kapatır. Kalkıp namazını kılar ve çantasını alıp üç gün üç gece durmadan o yolları gider. Bu üç gün üç gecelik yolculuktan sonra daha önce bir tepeden gördüğü yaylalık evlerin bulunduğu yere gelir. Tekrar o tepeye çıkıp, o tarafa bakar, acaba orada gerçekten öyle evler var mıydı? Yoksa kendisinin bir hayal mi gördüğünü anlamaya çalışır. Tepeden bakınca bu defa orada ev falan göremez. Anlar ki bütün o gördükleri bir hayal imiş. Yoluna devam eder, yolculukta beşinci geceye girdiğinde artık babasının mezarının üstüne varmıştır. Orada oturur dualar eder. Kendi kendine düşünür, eve gitse gecenin bu saatinde annesini rahatsız etmek istemez, hem bunca yıldan sonra annesi onu nasıl tanıyacaktı. Bu gece babasının mezarında kalıp dualar etmek, onun misafiri olmak ister. Abdestini alır, gelir mezarın üstüne oturur. Hem okur hem de ağlar. Genç adam köyde olmadığı bu on iki yıllık süreç içersinde, padişah ölmüş onun yerine oğlu geçmiş. Cellât başı da çocuğun babasının yerine vezir olmuş. Yeni padişah ile yeni vezir ava çıkmış. Av serüveni bittikten sonra geri yolları mezarın üstünden geçer. Tam mezarlıktan geçerken bir ses duyarlar. Hem Kur’an okuyan hem de ağlayan bir sestir bu. Padişah ile vezir düşünürler uzun zamandır burada kimse ölmemiş, acaba bu ağlama neyin nesidir, diye merak ederler. Fakat mezara gidip korkudan bakamazlar. Yollarına devam ederler, biraz ilerdeki dereye vardıklarında padişah, veziri burada durdurur. Vezire ‘sen, benim babam padişah iken onun en yakın adamıydın. O zaman bizim bu mezarlıkla ilgili sana bir şey söyledi mi? Çünkü biz oradan geçerken ağlama ve Kur’an okuma sesleri geliyordu. Ben bunu fark etiğimde hem korktum hem de senin korkmaman için sana bir şey söylemedim’ diyerek vezire konuyu açar. Vezir, bu güne kadar mezarlıkla ilgili herhangi kötü bir şey duymadığını fakat az önce gelirken o sesleri kendisinin de duyduğunu ifade eder. Padişah, vezire mezarlığa geri dönüp durumu öğrenelim, der. Fakat vezir o kadar korkmuştur ki buna çok direnir. Padişaha, gerekirse benim canımı al ancak beni oraya götürme diyerek karşı çıkar. Bunun üzerine padişah atını vezire verir ve onu eve gönderir. Evdekilerin de bu durumdan haberdar olmamasını ister. Vezir, eve doğru yola çıkar. Padişah da gizliden mezarlığa gelerek seslerin çıktığı mezara doğru gider. Mezara vardığında kapıdan içeri bakar bir tane genç öylesine kendinden geçmiş bir şekilde hem Kur’an okur hem de ağlar. Padişah, bu genci korkutmadan kendisimi ona nasıl gösterebilirim, diye tedirginlik duyar. Fakat çok geçmeden padişah mezarlığın kapısını çalarak gençten kapıyı açmasını ve korkmamasını ister. Genç kalkar kapıyı açar ve tekrar yerine oturup Kur’an okumaya devam eder. Padişah elini onun omzuna atar. Onu durdurur. Gence der ki ‘bu adam çoktan ölmüş biri yeni ölen biri değil ki sen kimsin, bunun neyisin, böyle içten dualar edip ağlarsın. Bu ölen senin neyindir? Bana her şeyi anlatmadan mümkünatı yok seni bırakmam. Genç adam da meseleyi en başından alır. Babasının nasıl asıldığını, yolda başından nelerin geçtiğini vs. her şeyi anlatır. Padişah, kılıcını çıkarır ona verir ve ona, kendisini tanıtır. Kendisinin eski padişahın oğlu ve yeni padişah olduğunu eğer istersen bu kılıç ile babasının intikamını alabileceğini aksi takdirde kendisiyle bundan sonra dünya-ahret kardeş olduklarını söyler. Bundan sonra benim her şeyim aynı zamanda senindir, der ve yolda gelirken havuz başında gördüğü ilk güzel kıza kendisinin âşık olduğunu söyler. Genç bütün bunları düşünür, intikam almak istemez. Bunu öldürmenin hiçbir şeye fayda sağlamayacağını düşünür. Her şeyi Allaha havale ettiğini söyler ve ikisi dünya-ahret kardeş olur. Oradan birlikte kalkıp eve doğru yola çıkarlar. Eve vardıklarında cemaat kalabalık bir şekilde toplanmış padişahı beklemektedir. Padişah, hemen vezire iki torba altın doldurup, iki atı hazırlamasını ister. Uzun bir süre eve gelmeyeceğini her akşam cemaati toplayıp her şeyi aynı şekilde devam ettirmesini ister. Kendisini soranlara da padişahın seyahate çıktığını uzun bir zaman gelmeyeceğini söylemesini ister. Vezir hemen iki atı hazırlar altınları yükler ve yola koyulurlar. Padişah ile genç beraber yola çıkarlar. Yolculuk tekrardan Bağdat’adır. Genç adam padişaha, sakın yolumuzu kaybetmeyesin bizi doğrudan Bağdat’a götüresin. Bunun üzerine padişah ‘tamam’ der. Fakat biraz gittikten sonra yollarında sapma olur. Genç adam bunu fark eder ama ses etmez. Padişah da bunun farkına erken varır ve genç adama aklınca belli ettirmeden bunu düzeltir. Yollarına devam ederlerken bir tepeye tam varmadan padişah, genç adama der ki, bak bizim şimdi gideceğimiz yerde bir çeşme var. O çeşmenin yanında bir ev var, orada da oturan bir tane aksakallı adam var. Biz oraya vardığımızda selam verdiğimiz an o da selamımızı aldıktan sonra bize, genç âşıklar hoş geldiniz, diyecek. O zaman sakın ağzını tutmazlık edip âşık olduğumuzu nerden biliyorsun, diye sorma. Eğer bunu sorarsan o da senin vezirin oğlu, benim de padişahın oğlu olduğumu benim babamın senin babanı astığını söylerse, o zaman bu daha da zoruna gider. Vezirin oğlu tamam der. Böylece anlaşırlar ve yollarına devam ederler. Tepeyi indikten sonra padişahın dediği yere gelirler. Bakarlar ki aksakallı yaşlı adam evin önünde oturuyormuş. Adamın yanına yavaş yavaş giderlerken padişah vezirin oğluna, şimdi bu adam bize bir tane koç kesip yemek yapacak. Ben, o yemekten iki lokma yedikten sonra geri çekileceğim. Sen yiyebildiğin kadar yiyeceksin yoksa bu kardeşliğimiz biter, der ve yürürler adamın yanına varırlar. Padişah selamını verir, aksakallı adam ‘aleykümselâm genç âşıklar’ der. Vezirin oğlu dayanamaz ve sorar, bizim âşık olduğumuzu nereden biliyorsun, diye. Aksakallı adam; evlat, eğer senin vezirin oğlu, arkadaşının da padişahın oğlu olduğunu, onun babasının senin babanı astığını sizin de âşık olup Bağdat’a doğru yola çıktığınızı bilmiyorsam bu kapının ağzında ne diye oturmuş bekliyorum, der. Bu arada vezirin oğlunun rengi solar söylediğine pişman olur. Aksakallı adam onları hemen içeri davet eder. Hizmetçiye emir verir. Bir tane koç kesilir, yemekler yapılır, sofra kurulur ve sofraya otururlar. Padişah iki lokma yedikten sonra geri yerine çekilir. Fakat vezirin oğlu yiyebildiği kadar yer. Yemekten sonra padişah ile aksakallı adam uzun uzun sohbet ederler. Ancak vezirin oğlu bu konuşmalardan bir şey anlamaz. Daha sonra yatmaya giderler. Sabah erkenden yola koyulurlar. Uzun bir yol gittikten sonra oluk oluk akan bir suya denk gelirler. Padişah da içinde su olan bir tane şişeyi vezirin oğluna verir, bunu aksakallı adamın verdiğini ve bu suyu diğer su ile karıştırıp öylece banyo yapması gerektiğini söyler. Vezirin oğlu tamam der. Gider banyo yapmaya. O su ile banyo yaptıktan sonra bir bakar ki Arap paşalarına benzemiş, vezirin oğlu kendini böyle görünce dehşete düşer. Gider padişahın yanına ona çok kızar. Bu hali ile o güzel kızların kendisini kesinlikle beğenmeyeceğini söyler. Padişah ise bu hali ile onu daha çok beğeneceklerini, zaten dönüşte tekrar burada, bu suda banyo yapacağını o zaman ise on kat daha güzel olacağını söyler. Öylece onu ikna eder ve Bağdat’a doğru yollarına devam ederler. Bağdat’a vardıklarında vezirin oğlu, önce kalacak bir yer bulmamız lazım. Nerede kalacağız ne yiyeceğiz, der. Padişah, şöyle etrafa bir göz gezdirir. Bakar ki satılık bir tane konak varmış. Bağdat’ın bütün zenginleri, bütün âlimleri toplanmış o konağı almak için çaba harcarken padişah da oraya gelir. O konağın değerini sorar, yetmiş beş altın değer biçilmiş konağa. Fakat oradaki zenginler, âlimler en fazla altmış altın verebilmişler. Padişah oraya varır varmaz, o konağa yüzeli altı verip kendisinin orayı alacağını söyler. Bu durum oradaki âlimlerin ve zenginlerin çok zoruna gider. Padişah konağın sahibine altınları verir ve günün birinde buradan ayrıldığında yine bu konağı kendisine bırakacağını söyler. Zenginlerden biri çok tepki gösterince, padişah da istersem bütün Bağdat’ı alırım. Bu benim sorunumdur, der ve konağı alır. İkisi geçerler konağa yerleşirler, konağın eksiklerini tespit ederler, çıkıp çarşıdan her şeylerini alırlar. Evde yemeklerini hazırlarlar, abdestlerini alıp namazlarını kıldıktan sonra sofraya geçip yemek yiyecekken tam bu sırada konağın kapısından bir adam içeri girer. Genç âşıklar müsaade ederseniz ben de namazımı kılıp sizlere eşlik edeyim, diyerek içeri girer. Adam namazını kıldıktan sonra sofraya gelir oturur. Hep beraber başlarlar yemek yemeye. Yemekten sonra padişah gelen adama ‘bizim âşık olduğumuzu nereden biliyorsun’ diye sorar. Adam da ‘ ben eğer senin Bağdat paşasının kızına, arkadaşının da onun cariyesine âşık olduğunuzu bilmezsem burada ne işim olur’ diyerek cevap verir. Adam, artık Bağdat’ta bundan sonra benim himayem altındasınız, benden habersiz bir şey yapmayın. Padişah da ona ne seni tanırım ne de senin sözünü dinlerim, eğer kalacaksan burada bir kardeşimiz olarak kalabilirsin yoksa buradan hemen git, diye karşı çıkar. Padişah, vezirin oğlunu çarşıya gönderir. Bir adet öküz derisi ile bir top kendir almasını söyler. Vezirin oğlu gider bunları alır gelir. Padişah, bu öküz derisini sırtına atar vezirin oğlundan kendir ile bunu sımsıkı bağlamasını ister. O da bunu iyice bağladıktan sonra, padişah geçer güneşte oturur. Kendi üzerindeki bu deriyi iyice kurutur. Padişah, vezirin oğluna, biz şimdi bahçeye çıkacağız. Sen bu sopayı alıp, bu derinin olduğu yere vuracaksın. Bağdat paşasının kızı bizi fark edene kadar vuracaksın. O zaman yanımıza gelecek ve senin elindeki sopayı tutacak ve diyecek vurma. Sen sesini çıkarma, ben ne dersem sen onu yaparsın, diyerek ve öyle anlaşarak kalkıp bahçeye giderler. Padişah bir tas su içtikten sonra vezirin oğluna, başla, diye emir verir. O da başlar elindeki sopa ile padişaha vurmaya. Bağdat paşasının kızı bunları fark eder. Bakar ki Araplara benzeyen bir adam bir tane genci dövüyor.
Dövdüğü adamın yüzü bembeyaz adeta bir ay parçası, fakat gövdesi kapkaradır. Kız koşar gelir hemen vezirin oğlunun elini havada tutar, ona vurmamasını söyler. Kız, burada padişaha da kızar. Sen ne biçim adamsın, neden karşılık vermiyorsun diye onu azarlar. Padişah, bizim adedimizdir, yanımızda kim çalışırsa yapmalı. Eğer bu şekilde yapmazsa ona hakkı verilmez, der. Kız bu ne biçim adettir, ben böyle adet görmedim. Bu adamın da sana vurmasına izin vermem bundan sonra ve tutar vezirin oğlunun kolundan onu dışarı atar. Padişah, kızın elini tutup gider bir ağacın altında otururlar. Orada sırtındaki deriyi çıkarır ve meselesini kıza anlatır. O meselesini anlatırken ikisi öylece uykuya dalarlar. Sabaha doğru kız uyanınca telaşlanır, eğer odamda olmadığım fark edilmişse merak edip beni ararlar, diyerek hemen eve gitmek ister. Padişaha ‘ben gidiyorum yarın akşam bize geleceksin şu havuzun başına geldiğinde karşıdaki saraya bakacaksın ben sana ne işaret verirsem sen ona göre hareket edersin’ der. Yarın olur, akşam padişah kalkıp havuzun başına gider. Önce biraz su içer ve orada öylece beklerken kız onu fark eder. Hemen pencereden bir ip sarkıtır ve geri çeker. Padişah buna bir anlam veremez. Kızın yapığı bu hareketi anlamaya çalışır. Acaba bu kız pencereden ipi sarkıtarak bu ipin yanına gel diye işaret mi verdi yoksa başka bir amacı mı vardı, diye düşünürken yanına, daha önce evine gelen adam gelir. Ona niye düşündüğünü sorar. Padişah da olan biteni anlatır. Adam da git o iple yukarı tırman içeri gir, zamanın dolduğunda seni yine o iple aşağıya bırakacak onu için sana o işareti verdi, diyerek padişahı gönderir. Padişah pencerenin altına gider. Kız, ipi aşağı sarkıtır, onu yukarı çeker. O gece uzun uzun sohbet ederler, sonra öylece uyurlar. Paşanın adamları kızın odasının lambasının açık olduğunu fark ederler. Gidip kızın odasına gizliden bakarlar ki ne görsünler, kızla birlikte öyle yakışıklı, sanki ay parçası bir güzelliğe sahip bir genç yatıyormuş. Hemen bu durumu paşaya bildirirler paşa ikisini de götürüp zindana atmalarını emreder. Adamlar ikisini götürüp hemen zindana atarlar. Kız düşünür, der ki ben o ipi pencereden aşağı sarkıttığımda yanında kimse var mıydı, yoksa kendin mi akıl ettin oraya gelmeye? Padişah, valla benim bir kardeşim var. Evde kalıyor o söyledi. Kız, o zaman şu nöbetçiyi çağırayım bir planım var. Onu uygulayalım. Nöbetçiyi çağırır, ne kadar nöbeti kaldığını sorar ve ona bahşiş verir. Bir altını da çarşıdan üç tane elma alması için verir. O elmaları alıp falanca konağın önünden geçerken onları tek tek o konağın kapısına vurup geçeceksin. Nöbetçi avantadan altınları kapmanın keyfiyle hemen yola çıkar. Elmaları alır kalan altınları da cebine indirir ve konağın önüne geldiğinde ilk elmayı çıkarır kapıya fırlatır. Evdeki adam der ki ‘kızla padişahın odada yaptıklarıdır’ nöbetçi ikinci elmayı fırlatır adam bu da ‘paşanın adamları onların farkına varır’ nöbetçi üçüncü elmayı fırlatır adam ‘bu da kız ile padişahın tutsak edilip zindana atılmasıdır’ der ve kalkar konağın eski sahibinin yanına gider. Konağın sahibine, bu kızını bana vereceksin, yarın onu sana sağ salim geri getireceğim. Bunun karşılığında da sana yüz altın vereceğim. Konak sahibinin kızı, meğer paşanın cariyesiymiş. Adam, kızı alır oturup planını ona anlatır, bir tepsi tatlı alıp saraya gideceğini kapıdaki nöbetçiye beş tane altın verip onu ikna ederek içeriye gideceğini orada paşanın kızının yanına gidip onunla birlikte padişahı kurtarmaları gerektiğini söyler. Cariyeyi ikna eder, bir tepsi tatlıyı ona verir, biraz da altın koyar kesesine. Cariye gider kapıya nöbetçiye beş altın verir. İçeri girip bu tatlıyı dağıtmasını söyler. Altınları alan nöbetçi cariyeye hemen izin verir. Cariye içeri girer girmez padişah ve kızın bulunduğu zindana doğru yönelir. Oraya vardığında zindanı aydınlatan lambayı bir şekilde kırar ve padişahın yanına sokulur. Onunla elbiselerini değiştirir. Padişah, hemen cariyenin kılığına bürünerek oradan uzaklaşır. Eve vardığında onlarla kardeş olan adamla oturup tartışırlar. Adam benim sözümü dinlemezseniz başınıza hep böyle şeyler gelir diyerek onu uyarır. Padişah, ya kardeşim sorması ayıp olmazsa sen neyin nesisin, diye sorar. Adam ben Kâmil-i Ḳelum’um, der. Padişah, bundan sonra senin söylediklerin ve istediğin doğrultuda hareket edeceğim, der. Akşam olur kız yine üç tane elmayı alır pencereden padişaha doğru atar. Padişah, bu kız neden bana bu elmaları attı, diye düşünür. Padişah döner Kâmil-i Ḳelum’a bunun nedenini sorar. Kamil-i Ḳelum kardeşim, sen âşık değilsin dur yarın biz oradan geçerken bakalım elmayı kime atıyor o zaman anlarız kimi istediğini. Sabah kalkıp bunun hazırlığını yaparken kız da kalkar bir tane misafiri ayarlar babasının evine gönderir. Misafire canının yemek değil karpuz istediğini söylemesini ister. Misafir eve gider. Sofra kurulur, ancak yemek yemez. Canının karpuz çektiğini karpuz olursa yiyeceğini söyler. Ev sahibi, hizmetçileri çağırıp hemen gidip bir tane içi geçmiş karpuz bir tane yarı geçmiş bir tane de sağlam, güzel bir karpuz almalarını söyler. Hizmetçi hemen gider aynı şekilde yanı şekilde üç tane karpuz alır gelir. Birinci karpuzu keserler içi geçmiş hiç yenilmeyecek bir haldedir. İkincisini keserler bir iki dilim yerler ancak gerisi yenilmeyecek durumdadır. Üçüncüsünü keserler bu çok güzeldir. Elini uzatıp başlarlar karpuzu yemeye. Gelen misafir ‘durun’ der. Bu karpuzların bir meselesi vardır. Kızın babası hayırdır, ne meselesi hadi anlat, der. Misafir başlar anlatmaya; bu birinci karpuz senin kızındır. Yaşı geçmesine rağmen bu güne kadar neden evlendirmemişsin günah değil mi bu kıza. Bu ikinci karpuz da onun birinci cariyesidir. Yaşı gelmiş tam geçmek üzeredir. Onun da evlenmesi lazım, bu üçüncüsü de ikinci cariyedir, tam evlenme zamanıdır. Sen koskoca paşasın şimdiye kadar bir gün bu kızlara evlenmeleri gerektiğini neden söylemedin. Paşa düşünür ve bunların doğru olduğunu söyler. Paşa, hemen buyurur; bütün Bağdat’a haber salın herkes yarın gelip sarayın önünden geçsin. Kızım ve cariyelerim pencereden kimin üstüne elmalarını atarlarsa onları hemen istediklerine vereceğim, der. Bu haberi tüm Bağdat’a duyururlar. Tüm gençler fakiri zengini paşanın kızlarına ve cariyelerine kendini beğendirmek için en iyi, en güzel elbiselerini giyip paşanın sarayının önüne gelirler belki bu talih kuşu biz vurur diye. Sabah olur padişah da kalkıp paşanın sarayının önüne gelir. Pencerenin altından geçerken paşanın kızı hemen üç tane elmayı onun üzerine atar. Paşa bunu görünce hemen o şahsı getirmelerini emreder. Muhafızlar hemen padişahı tutup bir odaya kapatırlar. Bu defa Kâmil-i Ḳelum oradan geçer. Birinci cariye aynı şekilde onun üzerine bu defa üç tane elma atar. Onu da tutup getirirler, odaya kapatırlar diğer cariye pencerede bekler. Bütün Bağdat gençleri gelip oradan geçer. O elmalarını kimseye atmaz, kimseyi beğenmez. Paşa, bu duruma şaşırır. Bağdat’ta olup da buradan gelip geçmeyen kimse kaldı mı diye merak eder. Muhafızlar herkesin geçtiğini ancak bir tane adamın kaldığını o da bir türlü gelmek istemiyor diye cevap verirler. Paşa hemen gidin onu kaldırın buraya getirin, nasıl gelmez diye emir verir. Muhafızlar giderler dört kişi her biri bir tarafından tutarak adamı kaldırıp getirirler. Pencerenin altından geçerken cariye üç tane elmayı onun üzerine atar. Bunu da alıp odaya kapatırlar. Paşa, imamı alır yanına odaya girer. Birinci adama sorar kimsin, diye o da falanca şehrin padişahı olduğunu söyler. Paşa da kendini tanıtır, kendisinin de Bağdat paşası olduğunu kızının kendisini beğendiğini söyler ve imama hemen nikâhlarını kıymalarını söyler. İkinci adama sorar o da ben Kâmil-i Ḳelum’um der. Paşa, imama bunun da nikâhını birinci cariye ile kıymasını ister. Paşa döner üçüncü adama kim olduğunu sorar o da vezirin oğlu olduğunu Bağdat’a gelirken banyo yaptığı bir su nedeniyle kapkara olduğu için kimse kendisini beğenmez diyerek gelmek istemediğini söyler. Paşa, imama hemen bunun da nikâhını ikinci cariye ile kıymasını emreder. Bundan sonra eğer burada kalmak isterseniz neye ihtiyacınız varsa ne kadar altın lazımsa hemen karşılarım, der. Sizler artık benim damatlarımsınız. Ne kadar mal mülk lazımsa size veririm. Üçü birden cevap verir biz burada kalamayız en fazla bir ay daha kalırız, ondan sonra memleketimize gideriz. Bir ay kalırlar bu süre içinde paşa onları en güzel şekilde ağırlar. Bir ay dolduktan sonra padişah ve vezirin oğlu hazırlıklarını yaparlar eşlerini de alıp yola çıkarlar. Kamil- Ḳelum da onların konağında kalır. Paşa ona mal mülk verir. Mutlu mesut bir şekilde hayatlarını sürdürürler. Padişah ve vezirin oğlu yollarına devam ederler. Uzun bir yolculuktan sonra banyo yaptığı suyun yanına gelirler. Vezirin oğlu hemen kendini o suya atar bir güzel yıkanır. Sudan çıktıktan sonra tekrar eski haline döner. O gece gelip yollarının üstündeki ihtiyar aksakallı adama misafir olurlar. Aksakallı adam onları en iyi şekilde ağarlar. Kurbanlar keser ziyafetler verir. Sabah onları yolcu eder, yollarına devam ederler. Uzun bir yolculuktan sonra eve varırlar. Padişah doğrudan vezirin oğlunun evine gider. Onun annesini ziyaret eder. Olan biten her şeyi ona da anlatır. Birbirlerine haklarını helal eder ve dünya ahret kardeş olurlar. Onlar hala bu mutlu hayatlarını devam ettirirler. (K.7)
2.1.1.5.CENG(SAVAŞ) HİKÂYESİ- 3
Sahabeler zamanında Hz. Ali, bir gün camide sabah namazını kılar. Camiden çıkarken Sad Bin Übadi adında biri Hz. Ali’ye ‘ ya Ali benim iki tane oğlum var, onlara sen kirvelik et de yarın onları sünnet ettirelim’ demiş. Hz. Ali bir şey demez, oradan eve gider. Ancak, bu kirvelik işine takılmıştır, içi rahat değildir. O gün akşama kadar ‘yarın kirvelik kuracağız ama ben o çocuklara ne verebilirim’ diye düşünür. Hz. Fatma, Hz. Ali’yi görür, onun çok düşünceli olduğunu fark eder. Bunun nedenini sorar. Hz. Ali de, sabah namazından çıkarken Sad Bin Übadi’nin çocuklarını sünnet ettirmek için kendisine kirvelik yapmasını istediğini söyler. Yarın kirvelik kurulduğunda ben o çocuklara ne verebilirim diye düşünüyorum, der. Hz. Fatma, bu işin kolay olduğunu söyler. Kendisinde bir tane tılsım(mücevher)olduğunu, evlendiğinde babasının kendisine bunu verdiğini, onu götürüp paraya çevirirsen onunla hem o çocuklara hediye alırsın hem de istersen bütün Medine’yi doyurursun. Hz. Ali, o tılsımı getir, bakayım, der. Hz. Fatma gider getirir, o zaman Hz. Ali, o tılsımı evirir çevirir ‘ya Fatma senin bu tılsımın kirvelikte geçmez.’der. Onu geri verir. Hz. Fatma bakar Hz. Ali’nin durumu iyi değildir, çok üzgündür. İkisi de geç saatlere kadar yatmaz birbirlerini beklerler. Hz. Ali, bir ara Hz. Fatma’nın yattığını görünce hemen ceng elbiselerini giyer, kılıcını kuşanır, atına atladığı gibi atına, öyle bir gideceksin ki sabah kalktıklarında hiç kimse senin izini bulamasın, der. Atı öyle bir şahlanır ki birden Mahmuli Dağı’na düşer. Hz. Fatma uyandığında Hz. Ali’nin orada olmadığını, elbiselerinin de yerinde olmadığın görünce oturur ağlamaya başlar. Bunun üzerine çocukları Hasan ile Hüseyin uyanır. Bu defa onlar da ağlamaya başlar. Hz. Fatma durur, bu sefer çocukları susturamaz. Birini sırtına birini kucağına alır, caminin kapısına gidip bekler. Namazdan çıkan Hz. Resulullah Hz. Fatma’ya çocukların neden ağladığını sorar. Hz. Fatma da olan biteni anlatır. Hz. Resulullah bunun üzerine bütün Medine’yi bir araya toplar. Kim Hz. Ali’nin peşinden gidip onu geri getirebilir, diye sorar. Kimseden ses çıkmayınca Halit Bin Velid öne çıkar. ‘Ben giderim’ der. Onları orada bırakıp Hz. Ali’ye dönecek olursak, Hz. Ali az-çok gitmiş bir çobana denk gelmiş, bu çoban hem şarkı söylüyor hem de ağlıyor. Hz. Ali, bu çobanı yanına çağırır, çoban ona doğru bakar. Bir Düldül’ün üzerinde bir adam, kılıcını görünce onun Hz. Ali olduğunu anlar. Hz. Ali, ne güzel şarkı söylüyorsun niçin ağlıyorsun, diye sorar. Çoban Hz. Ali’ye ben bir kâfirin yanında çobanlık yapıyorum. Kendime gizliden namaz kılıyordum, beni yakaladı ondan sonra bana su vermiyor, günde sadece iki bardak su veriyor. Ben de burada toprak ile abdest alıp namaz kılıyorum. Allah bu namazımı kabul eder diye düşününce şarkı söylüyorum ama sonra ya bu namazım kabul olmazsa diye düşününce de ağlıyorum, der. Hz. Ali, sen bu şekilde namazını kılmaya devam et kabul olur, ben de dönüşte seni buradan kurtaracağım, der ve ayrılır oradan. Hz. Ali az gider çok gider, büyük bir suya denk gelir. Bu suyun diğer tarafı hep yeşillikle doludur. Hz Ali hemen karşıya geçer, orada bir tane çadırın o yeşilliğin ortasına kurulduğunu etrafında da bir koyun ve keçi sürüsünün otladığını görür. Hz. Ali çadırın kapısına yaklaşır, çadırın sahibi bir tane kâfirdir. Bu adam her akşam karısını dövermiş, kendisinin elinin üstünde el olmadığını söylermiş. Karısı Hz. Ali’yi kapıda görünce senin elinin üstünde Hz. Ali’nin eli var, der. Adam o zaman onu çağır gelsin, der. Kadın Hz. Ali’yi çağırır. Hz. Ali içeri girer, kadına derdini sorar. Kadın da ‘ ya Ali bu benim kocam her akşam beni döver ve kendisinin elinin üstünde el olmadığını söyler. Ben de dedim Medine’de Hz. Ali senden üstün sen de geldin.’der. Adam Hz. Ali’ye döner, ya Ali sen Medine’de bu kadın burada, seni çağırdı hemen geldin bu nasıl iş anlayamadım, der. Hz. Ali ey kâfir bizim dinimiz hak dinidir, onun için adımı söylediği an onun yanındayım, der. Adam, bu çadırın içinde olduğumuz süre içerisinde her kim olursa olsun onunla kardeş gibiyim. Ancak dışarı çıktığımızda seninle düşmanız bundan böyle, der. Hz. Ali onu pek umursamaz ancak adam da çok güçlüdür, tek başına binlerce kişiyle baş edebilecek güçtedir. O gece adam getirir bir tane deveyi keser yağda kızartır, sofrayı kurar. Hz. Ali’yi davet eder ama Hz. Ali sofraya gitmez. Senin ekmeğini yemem, der. Hz. Ali torbasından bir ekmek çıkarır, ateşte kızartır. O ekmek ile bir tas suyu yer, içer. Adam da pişirdiği etleri yiyerek doya doya suyunu içer. Sabah günün ilk ışıklarıyla adam kalkar, Hz. Ali’ye hazırlanıp dışarı çıkmasını, bu dünyanın ikimizden birine fazla olduğunu söyler. Hz. Ali de hazırlanır ikisi dümdüz bir alana çıkarlar. Hz. Ali, ey kâfir önce sen dövüşe başla, der. Adam sen başla der. Hz. Ali, bizim dinimiz hak dinidir onun için önce senin başlaman lazım, der. Bunun üzerine adam saldırır. Hz. Ali savunmaya geçer, adamın bir, iki ve üçüncü hamlelerini boşa çıkarır. Bunu üzerine sıra Hz. Ali’ye geçer. Hz. Ali, bu defa saldırıya geçer. Adam da kendisini savunur. O gün akşama kadar dövüşürler fakat birbirlerine üstünlük sağlayamazlar. Adam bu günlük yeterli olduğunu, yarın devam edeceklerini söyler. Çadıra giderler, Hz. Ali yine bir ekmek ve bir tas su ile yemeğini yer. Adam da oturur doya doya etini yer ve suyunu içer. O gece dinlenirler, sabah yine aynı şekilde dövüşe başlarlar ancak yine birbirlerine üstünlük sağlayamazlar. Hz. Ali bindikleri atların da çok yorulduğunu görünce ve bu şekilde bir sonuç alınamayacağına inanınca adama, atlardan inip güreş tutalım o zaman kim kimi yenerse diğerinin dinine geçsin, der. Bu şekilde anlaşırlar, ikisi de atlarından aşağı atlar, başlarlar güreş tutmaya. Hz. Ali bakar adam çok güçlü, saatlerce güreşirler ama bundan bir sonuç alamazlar. En sonunda Hz. Ali adamın yüzünü güneşe çevirir, güneş adamın gözlerine vurunca Hz. Ali onu bir anda yere serer. O zaman adam Hz. Ali’ye bu mücadeleyi kazandığını söyler ve kendisinin nasıl Müslüman olabileceğini sorar. Hz. Ali de gereken her şeyi ona söyler adam da onun söylediklerini tekrar ederek Müslüman olur. Adam, sonra Hz. Ali’ye bundan sonra nereye gideceğini sorar. Buraya gelişinde bir iş olduğunu yoksa karısının çağırmasıyla bu kadar sürede buraya gelemeyeceğini söyler. Hz. Ali de durumu anlatır. Kirvelik yapması gerektiğini ancak onlara verebilecek bir şeyi olmadığını, bunu için yollara düştüğünü söyler. Adam, buradaki koyunlarımı sana vereyim götürüp keseriz herkese dağıtırız böylece kirvelik kurarsın, der. Hz. Ali bunu kabul etmez, sen artık bir Müslümansın senin malların kirvelik için geçmez, bana ganimet lazım, der ve tekrar yola çıkar. Hz. Ali bu defa Kankalesi’ne gitmek istediğini söyler. Adamdan buraya giden yolun tarifini öğrenir. Adam da Hz. Ali ile gitmek istediğini söyler, ancak Hz. Ali onun gelmesini istemez. Ona, ne zaman benim naramı duydun o zaman gelirsin, der ve yola çıkar.
Onları orada bırakıp Halid Bin Velid’e dönecek olursak; bütün Medine toplanmış Düldül’ün ayak izlerini armaya çıkmış. Medine’nin etrafında dolanır ancak herhangi bir iz bulamamışlar. Halid Bin Velid bir yamaçtan yola çıkar. Hz. Ali’yi aramaya koyulur. Az gider çok gider atı yorulur, attan iner onu orada bırakıp bir süre öylece yürür. Sonra atı orada bırakmaya vicdanı el vermez. Bu defa atı sırtlar bir süre atı taşır, yorulduğunda indirir. Bu sefer kendisi ata biner, yolda birkaç defa bu şekilde birbirlerini taşıyarak sonunda çobanın bulunduğu yere varırlar. Halid Bin Velid, çobana seslenir, Hz. Ali’yi görüp görmediğini sorar. Çoban da Hz. Ali’nin geçenlerde buradan gelip geçtiğini söyler. Halid Bin Velid de Hz. Ali’nin geçtiği o yolu takip ederek yoluna devam eder. Bayağı bir yol gittikten sonra Halid Bin Velid’in atı yine yorulur. Kendisi attan iner yine atını orada bırakmaya vicdanı el vermez, atını sırtlar epeyi bir yol giderler, bu defa da Halid Bin Velid yorulur. Atı indirir, kendisi ata biner ve yola devam ederler. Uzun bir yolculuktan sonra suyun kenarına varır. Halid Bin Velid bakar ki suyun diğer tarafında kocaman çayırlar ve o çayırların içinde bir sürü koyun keçi ile bir tane çadır görür. Suyun kenarına vardıklarında at kendini yere atar. Halid Bin Velid atı ayağa kaldırır, eğer kendisini bu sudan geçirirse karşıki çayırların içinde istediği kadar otlamasına izin vereceğini söyler ve atın sırtına bindiği gibi, at onu karşıya geçirir. Halid Bin Velid hemen çadıra yönelir, çadırın girişine geldiğinde bir nara çekerek ‘bana Halid Bin Velid derler, içerde kim varsa dışarı çıksın.’der. İçerdeki adam da ‘bana Hz. Ali’nin kardeşi derler’ diye içerden cevap verir. Adam dışarıya çıkar, Halid Bin Velid’in yanına gelir. Halid Bin Velid, ona Hz. Ali’yi sorar. Adam da onu artık göremeyeceklerini çünkü Hz. Ali’nin Kankalesi’ne gittiğini söyler. Adam, Halid Bin Velid’e, sen de burada kal Hz. Ali’nin narasını ne zaman duyarsak o zaman biz de Kankalesine gideriz. Hz. Ali’nin böyle olmasını istediğini söyler. Birbirleriyle anlaşırlar, içeri geçip otururlar. Adam hemen birkaç tane koyun keser Halid Bin Velid’e ikramlarda bulunur. Hz. Ali de Kankalesine doğru yol almaya devam eder. Az gider çok gider, yolda karşısına bir ihtiyar adam çıkar. İhtiyar adam Hz. Ali’ye nereye gittiğini sorar. Hz. Ali de Kankalesine gideceğini söyler. İhtiyar adam Hz. Ali’ye yanlış yolda olduğunu, bu yoldan Kankalesine gedemeyeceğini söyler. İhtiyar adam Hz. Ali’yi yanıltarak başka bir yoldan yürüme başlarlar. Uzun bir yol gittikten sonra bir dağın yamacına gelirler. Hz. Ali burada durup namaz kılmak ister. Hz. Ali namaz kıldıktan sonra bakar ki ihtiyar adam ortadan kaybolmuştur. Hz. Ali, bu ihtiyar adamın kendisini yanlış tarafa getirdiğini düşünür, Kankalesinin yolunun bu yol olmadığını anlar. Meğer ihtiyar adam Hz. Ali’yi tuzağa çekmiş, onu Ecelkalesi’nin arkasına getirmiş. Hz. Ali, bu tuzağın farkına varmıştır. İhtiyar adamı günün birinde bulursa bunun hesabını ona soracağını söyler. İhtiyar adam Ecelkalesin’e gider, oradakilere Hz. Ali’yi kalenin arkasına getirdiğini onun buradan sağ çıkmaması gerektiğini söyler. Bu kalenin başkumandanı Tirmar Bey’dir. Hemen birkaç askerini Hz. Ali’yi getirmeleri için gönderir. Hz. Ali bu askerlerin kendisine doğru geldiğini görünce, sakin bir şekilde Düldül’ünden iner, o askerlere birer tane vurur, onları yere serer. Sonra gider kaleye saldırır. Birkaç askeri devirdikten sonra kaleye girer. Tirmar Bey’in iki tane oğlu vardır. Bu çocuklardan biri gayet akıllıdır. Kendi kendine Hz. Ali için ‘bu adam tek başına bir adamdır, gelip kaleleri fethettiğine göre demek ki dinleri gerçekten hak dinidir. Yoksa tek başına binlerce kişi ile baş etmesi mümkün değil. Onun dini hak dinidir ki Allah da ona yardım ediyor ve böylece bu kadar zorlukla baş edebiliyor’ diye düşünür ve sabah gidip Hz. Ali’ye bunları söyleyerek onun yanında kalmak isteyeceğini düşünürken Hz. Ali o gece kaleyi birbirine katmış, oradakiler birbirlerine düşmüş, kalede kan gövdeyi götürmektedir. Ancak kimse Hz. Ali’yi daha doğru düzgün görmemiştir. Herkes onu bir şekilde tarif ederken, birisi Hz. Ali’nin kılıcının çift başlı olduğunu söyler. O zaman bunun Hz. Ali olduğuna inanırlar. Kale kumandanının o akıllı oğlu kılıcını kuşanır Hz. Ali’yi aramaya gider. Hz. Ali’yi bulduğunda önce bir iki hamle ile birbirlerine saldırırlar. Ancak, kumandanın oğlu Hz. Ali’ye durumu anlatır. Kendisinin Müslüman olmak istediğini, Müslümanlığın bir hak dini olduğunu söyler. Hz. Ali de onun Müslüman olması için ona gerekenleri söyler. O da Hz. Ali’nin söylediklerini tekrar ederek böylece Müslüman olur. Kale kumandanı da bütün askerlerini yanına almış kaleden onları seyrediyor. Kumandan bu oğlunun yaptığına bir anlam verememiştir. Hz. Ali ile kumandanın oğlu, kaleyi tam olarak fethetmek için yola koyulurlar. Müslümanlığı kabul edenler bağışlanacak, kabul etmeyenler ise kılıçtan geçirilecektir. Kumandanın oğlu babasına seslenir, gelin hep beraber Müslümanlığa geçin çünkü bu hak dinidir. Siz bu dine geçin bu düşmanlık bu savaş artık bitsin, yoksa hiçbiriniz buradan sağ çıkamazsınız, diyerek babasını ikna etmeye çalışır. Ancak kumandan bunu reddeder, oğlu hemen orada babasının başını vurur, kardeşi ona saldırınca Hz. Ali de hemen onu vurur. Sonra döner diğer askerlere, eğer Müslümanlığı kabul ederseniz size karışmayacağız, bundan sonra benim yanımda benim himayemde olacaksınız, der. Oradaki askerlerin hepsi Müslüman olur. Böylece Hz. Ali amacına ulaşmış olur. Hz. Ali buradan Kankalesine gitmek istediğini söyler. Oraya giden yolun tarifini ister, oradakiler de Hz. Ali ile beraber gelmek istediklerini söylerler fakat Hz. Ali onların kendisiyle gelmelerine izin vermez. Ne zaman benim naramı duydunuz o zaman gelirsiniz, der. Genç adam Kankalesinin yolunu tarif eder, ancak oraya gitmenin çok zor ve zahmetli bir iş olduğunu, o kalenin yetmiş iki tane yolu, o yolların her birinde de yetmiş iki tane nöbetçinin olduğunu onları geçmenin çok zor olacağını söyler. Hz. Ali, işin o tarafının kendisinin işi olduğunu, bir şekilde oraya gireceğini söyleyerek oradan ayrılır. Hz. Ali düşer yola gelir Kankalesine yakın bir yerden bakar ki gerçekten de bu kaleye yetmiş iki yol gitmekte ve bu yolların her birinde de yetmiş iki asker nöbet tutmaktadır. Hz. Ali bu nöbetçilere yaklaşırken kılık-kıyafetini de değiştirir. Nöbetçiler onu fark edince durdururlar, kim olduğunu buralarda ne aradığını sorarlar. Hz. Ali de pehlivan olduğunu, çocuklarının aç olduğunu onlara bir ekmek götürmek için buralara iş aramaya geldiğini söyler. Nöbetçiler de onu alıp kaleye götürür, belki birilerine pehlivanlığı, güreş tutmayı öğretebilir diye düşünürler. Ancak bu durumu önce Kankalesi’nin kralına bildirmeleri gerekmektedir. Krala söylediklerinde, kral ‘aman dikkatli olun, sakın bu Hz. Ali olmasın’ diyerek muhafızları uyarır. Muhafızlar ise bunun gariban biri olduğunu, Hz. Ali olmayacağını söylerler. Kral da o zaman hemen buraya getirmeyin her tarafı dolaştırın en son benim yanıma getirin, diyerek askerleri gönderir. Askerler gider Hz. Ali’yi alır kalenin her tarafını dolaştırır, sadece bir yer kalır. Orası da cehennem odasıdır. Hz. Ali, orayı görmek istediğini söyler. Oraya gittiklerinde kapının üzerinde ‘Hz. Ali dışında kimse bu kaleyi alamaz’ yazısını görür. Hz. Ali kapıyı açıp içeri girdiğinde, bir kızın boynuna altın bir tasma takılmış ve oraya bağlı bir şekilde yemek yediğini görmüş. Kız Hz. Ali’yi görünce ‘ya Ali hoş geldin’ der. Hz. Ali ona işaret ederek susmasını söyler, eğer kendisini tanıyorsa bile tanımazlıktan gelmesini söyler. Kız da bu konuştuğu dili kendisinden başka kimsenin anlamayacağını söyler. Bu kaleyi ancak sen alabilirsin senden başka kimse burayı alamaz, der. Hz Ali oradan ayrılır, askerlerle beraber kalenin büyük girişinden kralın yanına giderler. O gece kralın misafiri olur, ikramlar yapılır. Hz. Ali pehlivanlık yaparak geçimini sağladığını söylerken birden kalenin bütün askerlerinin toplanıp kalenin giriş kapısına gittiklerini görür. Hz. Ali bu askerlerin nereye gittiklerini sorar. Kral da Medine’de Hz. Ali diye biri varmış, kimse onu yenemiyormuş, benim pehlivanım da onun kafasını vurmuş ve kılıcına takıp getirmiş askerler de onu karşılamaya gidiyorlar, der. Hz. Ali der ki siz bunları söylüyorsunuz ama Hz. Ali’nin başını kimse kesemez. Kral, sakın bunları pehlivanımın yanında söyleme, o çok güçlüdür tek başına binlerce askerle başa çıkabilecek güçtedir, Hz. Ali’yi mi yenemez. Sana da yazık olur. Derken pehlivan, elindeki kılıcın ucunda bir insan başı ile içeri girer. İşte bu Hz. Ali’nin başıdır, der. Hz. Ali dayanamaz, bu Hz. Ali’nin başı değildir, der. Pehlivan, bunu Hz. Ali’nin başı olup olmadığını sen nereden biliyorsun, der. Hz. Ali kendi başını göstererek bu Hz. Ali’nin başıdır, elbiselerini ve kılıcını da göstererek bunlar da Hz. Ali’nin eşyalarıdır, ha bunları gördün ha Hz. Ali’yi gördün aynıdır, der. Bu durum pehlivanın zoruna gider. Hz. Ali’yi meydana davet eder, onu dövüşe çağırır. O zaman senin de başını Hz. Ali gibi yapayım da gör, der. Hz. Ali Düldül’üne biner, pehlivan da hazırlığını yapar karşı karşıya gelirler. Pehlivan Hz. Ali’nin üzerine gidince Hz. Ali de o zaman orada bir nara çeker ve gerçek Hz. Ali’nin kendisi olduğunu söyler. Kılıcını çekip bir vuruşta pehlivanın başını uçurur. Kankalesi karışır, yer yerinden oynar. Kral hemen onu yakalayın diye emir verir. Hz. Ali kalenin büyük kapısını tutmuş kimsenin kaçmasına da izin vermez. Onun narasını duyan Halid Bin Velid ile diğerleri yola koyulurlar. Soluğu Kankalesinin kapısında alırlar. Bunlar kalenin kapılarını tutarlar. Hz. Ali de bu arkadaşlarının geldiğini görünce kapıları onlara emanet eder. Hiç kimseyi de buradan geçirmemelerini söyler. Kendisi kalenin içinde kralı aramaya başlar. O gün akşama kadar kalenin içinde kralı arar. En sonunda bir parça bez ile kapatılan bir delik bulur. Bu delikten bakınca arkasında bir tane oda olduğunu görür. Buranın içine girer, kralın üzerine birkaç bez parçası çekip saklandığını görür. Hemen orada onun da başını vurup, başını kılıcın ucuna takar meydana gelir. Burada bir nara çeker, eğer Müslüman olursanız sizi affederim, yoksa hepinizin sonu böyle olur, der. Bunu üzerine oradaki bütün askerler Müslüman olacaklarını söylerler. Hz. Ali döner cehennem odasına gider, kapıyı açar oradaki kızı da kurtarır. Gelir oradaki askerler arasından kaleye bir tane sorumlu seçer ve oradan ayrılırlar. Kardeş olduğu adamın çadırına misafir olurlar. Halid Bin Velid, çoban, Hz. Ali ve kardeş olduğu adam hep beraber otururlar. Hz. Ali, çobana isterse kendileriyle Medine’ye gelebileceğini, kendisine zulüm yapan o adamın yanında kalmamasını söyler. O adamı da bulup bunun hesabını soracağını söyleyince, çoban da yanında kaldığı adama seni anlattığını onun da Müslümanlığı kabul ettiğini artık kendisine karışmadığını söyler. Bunun üzerine Hz. Ali, Halid Bin Velid’ten Medine’ye haber salmasını Hz. Ali’nin geleceğini söylemesini ister. Medine’ye haber verilir, büyük bir coşku ile Hz. Ali karşılanır. Hz. Ali yanında getirdiği ganimetleri oradakilere dağıtır. Sad Bin Übadi de Hz. Ali’yi karşılayanlar arasındadır. Hz. Ali’ye der ki ‘ya Ali seninle bir kirvelik kuracaktık ama aylardır gittin gelmedin.’ Hz. Ali de, kirvelik için ganimet getirmeye gittim, bunun için kan döktüm. Kirvelik öyle kolay değil benim için, der. Orada koyunlar kesilir, yemekler yapılır, ziyafetler verilir. Büyük bir şölenle kirvelik kurulur ve onlar mutlu bir şekilde hayatlarına devam ederler. Benden yalan Allahtan doğru… (K.7)
2.1.1.6.ŞARIK Û ŞIVAN(ŞARE İLE ÇOBAN) EFSANESİ
Şare ile kardeşi Diyarbakır ilinde bir ağanın yanında çobanlık yapıyorlarmış. Koyun-keçi sürüsünü sabah götürüp akşam getirirlermiş. Çevreyi çok iyi bilen ağa bir gün sürünün arasında dolaşırken hayvanlarından nefis bir ot kokusu geldiğini fark etmiş. Tilki gibi kurnaz olan ağa, düşünmüş taşınmış bu kokunun Akdağ otlarına ait olduğuna kanaat getirmiş. Ağa bu durumu hanımına anlatmış hanımı da demiş ki ‘ağa bu çobanda bir keramet var bunlar çobanlık yapmaya başladıklarından beri hayvanların sütünde büyük bir artış oldu. Ağa şaşırmış ve bunları takibe koyulmuş.
Ağa bu kokunun kesinlikle Akdağ’ın otlarına ait olduğuna inanmış bu gizi çözmeye çalışmış. Nasıl olur da bu çoban sürüyle birlikte Diyarbakır’dan günlerce uzaklıktaki Akdağ’a gider ve geri döner. Ağanın sırrını çözmeye çalıştığı bu olay şöyle rivayet edilir:
Şare ile kardeşi sürüyle birlikte köyden uzaklaşınca arı olup uçar ve Akdağ’ın tepesine konarmış. Çoban sürüyü ablası Şare’ye teslim eder. Kendisi, elinde bir kovayla zirveden aşağıya su taşırmış. Bu su ile cami olduğu söylenen bir yapı inşa edermiş. Günlerden bir gün ağa bunları takibe koyulmuş. Bakmış köyün sınırını aşar aşmaz sürüyle birlikte Şare ve kardeşinin de ortadan kaybolduklarını görmüş. Ağa şaşkına dönerek atını Akdağ’a doğru sürmüş yorucu bir yolculuktan sonra Akdağ’a varmış. Çoban, ağayı görünce ablasına doğru kaçmış ve aniden gözden kaybolmuş. Ağa, atını çobanın kaybolduğu yere sürmüş. Şare’yi sürünün yanında türkü söyleyip oyun oynarken görmüş. Olup bitenden habersiz olan Şare at kişnemesiyle kendine gelmiş bu defa Şare de ortadan kaybolmuş. Çaresiz kalan ağa sürüsünü alarak günlerce uzaklıktaki köyüne dönmüş.
Bu efsane de sözü geçen ve cami sanılan yapı, yarım bir şekilde Akdağ’ın zirvesinde halen durmaktadır. Duvar taşları kum ve kireç ile örülmüştür. Orası şimdi halkın ziyaret ve adak yeridir. Şare’nin türkü söyleyip oyun oynadığı söylenen yerde halk, türküler söyleyip oyunlar oynamaktadır. (K.6)
2.1.2.ATASÖZLERİ-DEYİMLER, MANİLER, BİLMECELER, TEKERLEMELER
2.1.2.1.ATASÖZLERİ VE DEYİMLER (VATE VERİNUN)
· Aḳil sivik barê giran.( Aklı hafif olanın yükü hep ağır) (K15)
· Biza gerin şina çimera avvk vvena.(Uyuz keçi gider çeşmeden su içer) (K15)
· Birayê vverdiş tim palê hêrso.(Yiyici kardeş her zaman küsmeye hazırdır) (K15)
· Cûmêrdî hama nêmerda.( Erkeklik daha ölmemiş) (K15)
· Çiyo ke heramî de ame, heramî de şono.( Haramla gelen şey haramla gider) (K14)
· Dare karm vveno, merdime derd vveno.(Ağacı kurt, insanı dert yer) (K10)
· Dosto rind seatta teng de beli beno.(İyi dost zor zamanda belli olur) (K15)
· Fekra dosto, zerera dışmeno.(Ağızda dost, içte düşman) (K15)
· Fekê ğo de zahf sisto.(Ağzı çok gevşektir. Sır tutmasını beceremeyenler için söylenir) (K10)
· Ga miren, çêrmê ğo manen, Merdim miren, namê ğo manen.(Öküz ölür yem kalır, adam ölür nam kalır) (K15)
· Heḳê biza kole biza estirîyin rê nêmanen.(Boynuzsuz keçinin hakkı, boynuzlu keçiye kalmaz) (K14)
· Herg dar ra ḳoçık nêvecîyena.(Her ağaçtan odun çıkmaz) (K10)
· Herg kês gore kerdena ğo ûncen.( Herkes yaptığı kadar çeker) (K15)
· Herg kes lacê bavvkê ḥoyo. (Herkes babasının oğludur) (K10)
· Herg kes riskê ğo vveno.( Herkes kendi rızkını yer) (K14)
· Heş bi kal liyîr pê kaykenî.( Ayı kocayınca yavruları onunla oynar) (K15)
· Vêng´ dêf dür ra vveş yenû.( Def’in sesi uzaktan hoş gelir) (K15)
· Çot çoti di, raşt raşt di.( Eğri eğriyi bulur, doğru doğruyu bulur) (K15)
· Kütık goşt kütık nivveno. (Köpek köpeğin etini yemez.) (K14)
· Her ğeftena, estor vvena. (Eşek çalışır, at yer.) (K15)
2.1.2.2.MANİLER
Ḳolî Ḳolî hezazê (Ereziyonun odunları)
Hakî bin de gilyaz ê (Kirazın altındaki yumurtalar)
Vamêran vile kerdo (Bademler çiçek açmış)
Pîre rê kul û derd o (Neneye dert ve keder olmuş)
Şarê ma Şemamê ma (Halkımız baş tacımız)
Zamê ma ğulamê ma (Enişte bizim kölemiz)
Şarî Şeme berde (Bu pazar götürdüler )
Di Sîvvanî ser de (Sivan’ın üzerinden)
Di sîvvanî giran o (Sivanlılar ağırdır)
Teğtê ğatûnan o (Hatunların tahtıdır)
Cim’etê ğortan o (Gençlerin cemaatidir)
Nîşaney keynan o (Kızların nişanıdır)
Kal Heyder gavvan o (Haydar dede çobandır)
Pistin pirrî nan o (Koynu dolu ekmektir)
Pîrê ti ana meke! (Nene sen öyle yapma)
Ga u golikan teber ke (Dana ve öküzü bırak dışarı) (K15)
MANİLER
Amca kızı damdadır
Beş parmağı kandadır
Gittim kanı silmeye
Baktım gönlü bendedir
Bingöl aşağı çarşı
Dükkânlar karşı karşı
İçiyorsan zıkkımı
Kibriti cebinde taşı
Bingöl dört dağ içinde
Yanarım yağ içinde
Kim Bingöl’ü sorarsa
Bir tanem var içinde
Mangal maşasız olmaz
Bingöl paşasız olmaz
Ankara’dan tel geldi
Kızlar kocasız olmaz
Karanfilin filizi
Kim bilir içimizi
Hafif bir rüzgâr esti
Ayırdı ikimizi
Mani maniye geldim
Yoğurt yemeye geldim
Maksadım yoğurt değil
Yâri görmeye geldim
Çitimi çit ederim
Ucunu fit ederim
Senin gibi oğlanı
Kapıma it ederim
Yârimin adı Ahmet
Setresi emanet
Emanetse emanet
Yine gönlümde Ahmet
Buradan baş aşağı
Belinde şal kuşağı
Her gün gel buradan savuş
Çatlasın el uşağı
Esmer bugün ağlamış
Yüreğimi dağlamış
Siyah kaşı üstüne
Beyaz puşu bağlamış
Esmerim biçim biçim
Ölürüm esmer için
Dünya bana düşmandır
Esmer sevdiğim için
Şu derenin geveni
Geven sarmış bedeni
Paşadan emir gelmiş
Seven alsın seveni
Bingöl’de çalışırım
Ustama danışırım
Dün gece rüya gördüm
O yarla konuşurum
Çaçan keşişin kızı
Yanında var baldızı
Gelin gençler yağma var
Kaçıralım bu kızı
Sigaramı yandırdım
Pencereye kondurdum
Anne gözlerin aydın
Ben bir subay kandırdım
Şu dere buz bağlamış
Dibi nergis bağlamış
Baba beni evlendir
Bingöl’de kız kalmamış
Susadım su içmeye
Bana çeşme gösterin
Çeşme beni kandırmaz
Al yanaktan isterim
Dam üstünde damımız
Yüksektir ayvanımız
Bize bir gelin gelmiş
Çatlasın düşmanımız. (K5, K15)
2.1.2.3.ÇİBENOKİ(BİLMECE)
— Çîyêkê mi esto, to ya besto. Dê vaje çî yo?
Bir şeyim var sana bağlamışım. Hadi söyle nedir?(İsim) (K15)
— Çuvva çevvte, peyê hevvt koyan de kevvte.
Eğri değnek, yedi dağın arkasına düştü. (Gökkuşağı) (K15)
— Giloko sîya, veradîya dinya.
Kara bir şey, Dünyaya dağıldı. (Gece) (K15)
— Kelo hinar, vazda zinar. Kerdî vvar, se û hezar.
Koşar taşa, keser yüz binleri, parlatır nar gibi.(Jilet) (K10)
— Leteyê nanî, peyê banî.
Evin arkasında, yarım ekmek (Ay) (K15)
— Patîla vaşî, kınay kaşî.
Yamaçta bir deste ot.(Bıyık) (K10)
— Peyra ra vveno, fek ra keno.
Arkadan yiyor önden atıyor (Tüfek) (K15)
— Tenûre ğumğum a, pirrî nano genim a
Tandır Gümlüyor, içi dolu yiyecek (Arı ve bal) (K15)
— Tîya ra Mûş, erd bîyo pûş.
Buradan muşa her yer olmuş ot. (Sakal) (K8)
— Tîya ra zozan, ğireğirê gozan.
Buradan yaylaya, cevizlerin sesidir.(Eşek tezeği) (K15)
— Danê kerra ro nêşikêno, danê avve ro şikêno.
Taşa vurdum kırılmadı, suya vurdum kırıldı.(Kâğıt) (K12)
— Teber tîj a, tan a, zere de vorre lekan a.
Dışarısı günlük güneşlik, içerisi kar diz boyu(Un) (K15)
— Penceraya bavvkî, pirrî hakî.
Babanın penceresi dolu yumurta.(bir kuş) (K10)
— Azan dano mela nîyo, kélavve sere de feḳî nîyo.
Ezan okuyor müezzin değil, külahı var eren değil.(Horoz) (K15)
— Boça aye ovvnêna mi ra, sereyê aye şino to fek ra.
Kuyruğu bana bakıyor, kafası senin ağzına giriyor. (Kaşık) (K15)
— Ga korra, pişkil teḳa.
Öküz bağırdı, tezeği patladı.(Tüfek) (K15)
— Sûr o, sûr û se çeḳer o, vvisar ke ame, reḳeno.
Sıcaktır ateş gibi, baharda gelir ok gibi.(Yıldırım) (K15)
— Merde, merde, fek rakerde
ölüdü ölüdü, ağzı açık kaldı.(Tulum) (K10)
— Pey de manena, bena derge; şona, bena kilme.
Giderse kısalır, geride kalırsa uzar. (Yol) (K10)
— Yevv vvaya mi esta, mezela ğo bi ğo kenena.
Bir bacım var, mezarını kendi kazıyor. (Damla) (K15)
2.1.2.4.TEKERLEMELER
Şeş rey pêser leze vaje: Altı kez üst üste hızlı tekrarlanır:
Sêşeme ra sêşeme vîst û şeş sêşemey: Salı’dan Salı`ya yirmi altı Salı. (K7,K15)
Merre rûn lole serra lişt: Fare yağı ekmeğin üzerinden yaladı. (K7,K15)
2.1.3.ŞARKI
Veyve ume veri beru (düğün kapının önüne geldi)
Daykay zumay bi teberu (damat anası gel dışarı)
Zumay raykı buni seru (damın üstüne gönder damadı)
Bın tıfıng tadı vveveru (çevirin karşıya tüfeğin dibini)
Aḥo leyle leyle leyle aḥo leyle le hevale
Rakı rakı, rakı rakı (serin serin, serin serin)
Daykay zumay lezkı lezkı (çabuk çabuk damat anası)
Cayu burı ca herakı (yerleri süpür, yeri genişlet)
Cılay zumay buk tede rakı (damat ve gelinin yatağını içinde ser)
Aḥo leyle leyle leyle aḥo leyle le hevale
Ser bun baki heval kaşo (arkadaşın babasının evinin üstü yokuştur)
Bın bun baki delal kaşo (güzelin babasının evinin altı yokuştur)
Buke meberm zuma başo (gelinim ağlama damadımız iyidir)
Heyfıg bıney çımra şaşo (yazık ki biraz gözden şaştır)
Aḥo leyle leyle leyle aḥo leyle le hevale. (K13)
Gelin getirilirken düğün alayı kol kola girerek bu şarkıyı hep beraber söyler. Bu şarkı, düğün alayı içinden bir iki kişinin irticalen söylemesi ile diğer insanların da onların söylediklerini tekrar etmesi sonucu oluşur. Böylece gelini babasının evinden alıp damadın evine getirene kadar hem oynanır hem de bu şarkı söylenir.
2.2.TOPLUMSAL UYGULAMALAR
2.2.1.GEÇİŞ DÖNEMLERİ
2.2.1.1.DOĞUM
Çocuk sahibi olmak dünyanın her yerinde neşeyle karşılanan bir olaydır. Aladdin Köyü’nde de bu anlamda çocuk sahibi olmak apayrı bir mutluluk vesilesidir. Çünkü çocuk ailenin meyvesidir. Aileyi birbirine sımsıkı bağlayan bir demir halkadır. Ailenin monoton hayatını değiştiren ve aile bireylerinin hayata bakışlarını belirleyen esas varlıktır çocuk. Aladdin Köyü’nde de yeni evlenen gençlerden hemen çocuk yapmaları beklenir. Çünkü hem anne-baba olma hem de torun sahibi olma arzusu vardır.
Çocuk sahibi olmak isteyenlerin başvurduğu geleneksel yöntemler ise şöyledir;
· Türbe ve yatırlar ziyaret edilir. Orada dualar edilerek bebek istenir. Türbenin başında ağaç varsa o ağaca bir bez bağlanıp dilek dilenir. (K3,K9)
· Şifa verdiğine inanılan hocalara gidilir. Bu hocaların hazırladıkları muskalar takılır, sular içilir. (K5)
· Ailede uğursuzluk olduğu düşünülerek adaklar adanır. (K9)
· Hamilelikte kadınlar aşerme yani durup dururken canları olmadık şeyler ister. Aşeren kadına canı ne istiyorsa hemen bulunup yedirilir. Şayet canı istediği şeyi yemezse çocuğun sakat, herhangi bir uzvunun eksik olarak doğacağına inanılır. (K5,K9)
· Hamilelik döneminde kadının canı daha çok ekşi şeyler ister. Yabacı bir şey piştiğinde canı çeker. (K9)
· Çocuk doğmadan hazırlık yapılırsa çocuğun öleceğine inanılır. Çocuğa lazım olan şeyler sonradan hazırlanır. Ancak kimileri önceden de çocuğa elbise, çamaşır, patik ve bez hazırlar. (K3,K9)
· Kadın hamile iken kimin gözlerine bakarsa çocuğun ona benzeyeceğine inanılır. (K3,K5,K9)
· Doğum esnasında yaşlı nineler, komşular ve işi bilen kadınlar bulunur. (K3)
· Doğumdan hemen sonra çocuğun göbeği önce bağlanır, sonra kesilir. Kesilen göbek, ekmek parçasının üzerine konulursa çocuğun emekçi, para üzerine konulursa iş sahibi olacağına inanılır. (K3,K9)
· Doğum yapan kadına, doğumdan sonra iştahı olmadığı için yağda pişirilmiş yumurta, ekmeksiz olarak yedirilir. (K9)
· Doğumdan sonra kırk gün boyunca nazardan ve cinlerden korunmak için kadın ve bebek yalnız bırakılmaz. Bu amaçla çocuğun beşiğinin altına ağzı kapalı bir bıçak koyulur. Yine çocuğun yatağının altına firkete ve ya bir demir parçası konulur. (K3,K4,K5,K9)
· Doğum yapan kadının korkmaması ve cin çarpmaması için başında beklenilir, ışıklar söndürülmez, hasta yalnız bırakılmaz.(K4)
· Doğduğu gün çocuk tuzlu su ile yıkanır. Bundaki amaç ilerde çocuğun terinin kokmaması ve vücudunun dirayetli olmasıdır.(K3,K5,K9)
· Doğum haberi ilk önce baba, dede ve ninelere söylenir ve onlardan müjde(mizgin) istenir. (K5)
· Doğumdan sonra komşular, akrabalar ziyarete gelir. Bu ziyaretlerde çocuğa çeşitli hediyeler getirmek adettir. (K4,K9)
2.2.1.1.1.AD KOYMA: Eski zamanlarda çocuk doğduğunda birkaç gün içinde o çocuğa isim verilirdi. Çocuk doğduğunda çocuğa ad koymak için köyün imamına danışılırdı ve imamın söylediği isim çocuğa ad olarak konulurdu. Bu ad koyma aylara ve günlere göre de değişebilirdi. Eskiden gerek din gerekse feodal yapının toplum üzerindeki etkisi nedeniyle, anne ve babaların çocuklarına ad koyma gibi bir durumları söz konusu değildi. Çocuğa ad koyma genellikle dini anlayış çerçevesinde olurdu. Bunu temel nedeni ise dinin o toplumsal yapıya etkisidir. Fakat son yıllarda gerek eğitim ve öğretimin gelişmesi gerekse toplumsal bir değişim ve dönüşümden kaynaklı, aileler artık çocuklarına zamanın moda isimlerini koymaktadırlar. Doğum yapan kadının yakınları ya da komşuları çorba getirirler. Doğum haberini müjdeleyen kişiye çeşitli hediyeler verilir. Doğum ziyaretine gelenler de yanlarında çeşitli hediyeler getirirler. Çocuğa üç gün içerisinde bir isim verilir. Ad konulurken bebek kucağa alınıp üç defa ismi kulağına söylenir.(K3,K6,K9)
2.2.1.1.2.ÇOÇUĞUN DİŞ ÇIKARMASI: Çocuk yeni diş çıkarmaya başladığı zaman gelenek olarak kaynamış buğday ve nohut soğutulur yere bir çarşaf serilir ve çocuk o çarşafın üstüne oturtulur. Çocuğun önüne ayna, tarak, cüzdan, makas vb eşyalar konulur. Çocuk, bu eşyalardan hangisini alırsa geleceğiyle ilgili ona göre yorumlar yapılır. Bu arada soğutulan nohudu ve buğdayı, dişleri güzel olan biri çocuğun başının üzerinden yer. Buradaki amaç çocuğun dişlerinin güzel ve sağlıklı çıkmasıdır. Geride kalan nohut ve buğday oradaki misafirlere dağıtılır. (K5,K9)
2.2.1.2.SÜNNET(KİRVELİK)
Eskiden Siirt yöresinden gelen sünnetçiler tarafından köy köy dolaşılarak toplu sünnet törenleri yapılırdı. Bu sünnet törenleri, genellikle güz aylarına getirilirdi. Bu dönemde hem köydeki işler yavaş yavaş bitme aşamasına gelirdi hem de cerrahi yaraların daha çabuk iyileşeceğine inanılırdı.
Hemen hemen her erkek çocuğun bir kirvesi olur. Kirve, erkek çocuğun kucağında sünnet edildiği yetişkin erkektir. Kirvelik, birbirini seven kişiler ya da aileler arasında bazen daha çocukları yokken birbirlerine kirve olma sözü vermeyle başlar. Bu durumda erkek çocuğu olan, ötekinin kucağında çocuğu sünnet ettirir. Böylece bu aileler arasında akrabalık bağı oluşur. Kirvelik düğünü bu oluşan akrabalığın kutlanmasıdır.
Kirvelik iki aile arasındaki bütün kötülüklerden arınma düşmanlık varsa bunu kardeşliğe çevirme işlevine de sahiptir. Kirveler birbirlerine karşı dürüst davranırlar. Kirveler birbirlerinden kız alıp vermezler. Kirve kızı, kirve oğlunun kardeşi sayılır. Aralarında gerçekleşen bu akrabalık sözleşmesi nesiller boyu unutulmaz.
Kirveler birbirlerine ‘kıriv, krivo, kiriva’ diye hitap ederler. Kirveler kendi aralarında belirledikler bir günde sünnet düğününü gerçekleştirirler. Bu düğüne bütün akraba ve köylüler hatta çevre köyler de davet edilir. Bu sünnet düğünü adeta bir bayram havasında gerçekleştirilir. Genellikle üç gün süren eğlencelerde davul zurna def çalınır, halaylar çekilir şarkılar türküler söylenir. Sünnet esnasında sünnetçi, kirve ve sünnet olacak çocuk önceden hazırlanan sünnet odasına geçerler. Misafirler de yerlerini aldıktan sonra çocuk yüzü kıbleye dönük olmak üzere kirvenin kucağına oturtulur. Sünnet işlemi bittikten sonra kirve, çocuğu hazırlanan yatağa yatırır. Kirve avucuna ya da cebine kâğıt veya altın para koyar. Sünnetçilerin kesim parasını da adetlere göre kirve karşılar. Sünnet töreni gerçekleştirildikten sonra çeşitli yemekler hazırlanır misafirlere ziyafet verilir. (K6)
2.2.1.3.EVLENME
Aladdin Köyü düğünleri, eskiden evlenme çağına gelmiş gençler genellikle görücü usulü ile evlendirilirlerdi. Bazen de kız ile erkek birbirlerini görerek, beğenerek evlenmeye karar verirlerdi. Fakat gençler bu evlenme isteklerini ailelerine bizzat söylemezlerdi. Bu isteği erkek ya bacısına ya yengesine ya da herhangi bir yakınına söylerdi. Evlenecek gencin beğendiği herhangi bir kız yoksa ailesi ona uygun gördükleri kızları, anne aracılığıyla önerir. Gencin olumlu cevap verdiği kıza, aile görücüye gitmeden önce kız tarafının düşüncesini öğrenmek için bir yakınını kız evine gönderir. Bu konu hakkında niyetleri öğrenilir. Bu durumdan olumlu bir yanıt çıkarsa, hatırı sayılan, sözü geçerli kişilerle kız istemeye gidilir. Bunlara yörede ‘ğazginci’ denir. Bunlar kızı istemeye gittiklerinde köyün zaten belli bir başlık parası ve nişan miktarı vardır. Kız tarafı bunları ister. Eski zamanlarda başlık parası olarak, keçi kılından yapılmış palas(halı-kilim), keçi, koyun ve benzeri şeyler verilirdi. Kız isteme işi bittikten sonra düğün tarihleri belirlenir. Çevre köylerin hepsi düğüne davet edilirdi. Bu Düğünler hafta içi Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günleri içerisinde yapılırdı. Komşu köylerden düğüne gelenler, her köy kendi arasında ortaklaşa koyun, keçi gibi bir hayvanı alıp düğün sahibine verirlerdi. Çevre köylerden gelen davetliler düğün köyüne yaklaşınca silah sıkarlardı. Düğün köyü de onları karşılamaya giderdi. Gelen davetlileri karşılamaya en önde davulcular giderdi. Davullarıyla ortamı şenlendirip gelen davetlilerden bahşiş alırlardı. Çevre köylerden gelen davetliler bu süre içerisinde düğüne büyük bir coşku katarlardı. Köy halkı da çevre köylerden gelen davetlileri, orada kaldıkları zaman içerisinde en güzel biçimde ağırlardı. Bu düğünlerde halayın dışında, köylüler arasında hedef vurma yarışı, silah ile yumurtaya atış yapma, gülle atma (şeyl eştiş) gibi yarışmalar da yapılırdı. Düğünün sonunda davulcular ‘şebaş’ yaparlardı. Davulcu, düğünün olduğu meydanda çeşitli fügürler yaparak, mani, türkü söyleyerek oradaki davetlilerden para, yani bahşiş alırdı. Köyün gençleri burada birbirleriyle yarışırlardı, en fazla parayı kim vermiş diye gururlanırlardı. Onun için de en sona kalıpta en fazla parayı vermek için kendilerini gözden uzak tutarlardı.
Günümüzde ise genellikle gençler birbirlerini görerek, beğenerek evlenirler. Artık eski dönemlerdeki gibi başlık parası vb gelenekler de söz konusu değildir. Erkek tarafı kızı istemeye gitmeden önce kız tarafına haber verir. Kız tarafı da ona göre hazırlıklarını yapar. Yemekler hazırlanır, böyle günlerin ritüel yemekleri patliya, zerbet(sirun) gibi yemekler, gelen misafirlere ikram edilir. Daha sonra kız istenir, söz kesilir. Erkek ile kız daha sonra görüştürülürler. Aileler arasında kararlaştırılan bir günde nişan yapılır. Nişan için istenilen takılar damat tarafınca takılır. Daha sonra düğün için bir gün belirlenir. Aileler bu süre zarfında düğün hazırlıklarını yaparlar. Eskiden hafta içi günleri yapılan düğünler, son yıllarda hafta sonu Cuma, cumartesi ve Pazar günleri yapılır.
Günümüz düğünleri genellikle davul-zurna eşliğinde yapılır. Köyün gençleri bazen davul-zurnayı durdurup kendiler yörenin bilinen Zazaca şarkılarını söyleyerek oyunlar oynarlar. Düğünün ilk günü böyle geçerken, düğünün ikinci gününün akşamı kadınlar gelin evine kına yakmaya giderler. Buraya erkekler gitmezler, erkekler de damadın evinde damadın kınasını yakarlar. Kına gecesinin esas amacı gelinin arkadaşlarıyla birlikte eğlenmesidir. Gelinin başına ‘al yazma’ örtülür ve kızlar kına tepsisi ile gelinin etrafında şarkılar, türküler söyleyerek oynarlar. Daha sonra gelinin sağ elinin avucuna kına yaparlar. Ancak gelin bahşiş almak için avucunu açmaz. Erkek tarafından birisi gelinin avucuna bir adet cumhuriyet altını koyar ve böylece gelin eline kına yaktırır. Diğer kına ise oradaki konuklara dağıtılır. Kına gecesinde konuklara genellikle çerez ikram edilir. Düğünün üçüncü günü ise öğle namazından sonra toplu bir şekilde gelin almaya gidilir. Davul-zurna eşliğinde şarkılar-türküler söylenerek gelin evine gidilir. Gelin evinde fazla durulmaz, burada bir-iki oyun oynandıktan sonra ve gelinin ailesiyle vedalaşmasıyla düğün alayı buradan ayrılır. Ancak tekrar aynı yoldan damadın evine gidilmez. Farklı bir yoldan gidilir. Bunu
Nedeni ise gelinin tekrar baba ocağına gelmemesi yani bir ömür boyu kocasıyla kalması için olduğuna inanılır. Gelin getirilirken yine aynı şekilde gençler kol kola girer davul-zurna eşliğinde şarkılar-türküler söyleyerek damat evine gidilir. Düğün alayı kapıya geldiğinde damat dama çıkar, gelinin üzerine şeker ve demir para atar. Çocuklar bu şeker ve paraları toplarlar. Gelin kapıdan içeri girmez, bahşiş almak için direnir. Damadın babası, geline tarla, inek, koyun vb. şeyler hediye eder. Gelin ikna olur içeri girer. Gelin odasına götürülür ve kucağına küçük bir çocuk verilir. Böylece en kısa zamanda çocukları olacağına inanılır. Gelin babasının evinden çıkarken ayakkabısının içine para konulur, rızkını kendisiyle beraber götürsün diye. (K5,K6,K7,K9,K13)
2.2.1.3.1.KIZ KAÇIRMA: Birbirlerini seven kız ile erkek öncelikle ‘kız isteme’ yoluyla evlenmek isterler. Ancak kız tarafı kızı vermek istemezse ve ya kızın haberi olmadan başka birine söz verilmişse kız ile erkek, o zaman bir aracı vasıtasıyla anlaşıp kaçarlar. Kaçan kız ile erkek kendi köylerinde kesinlikle kalmazlar. Çevre köylerden birinin evine giderler. Onların gittikleri evin sahibi onları eve almamazlık gibi bir durum edemez. Örf ve adetleri gereği o kız ile erkeğe sahip çıkmak durumundadırlar. Bilakis bu aşamadan sonra bu ev sahibi, erkeğin babasından daha fazla dava sahibi olur. Bu davayı çözmede ön ayak olur. Sözü geçerli, saygın insanları toplayıp kızın babasının evine gidip olayı tatlıya bağlar. Eğer erkeğin babasının ekonomik durumu iyi değilse ‘Ḳalı’ dediğimiz başlık parasını dahi kendisi karşılar. Fakat sonraki zamanlarda erkeğin babası ona bu borcunu öder.
Kız kaçırmada başlık parası daha fazla istenir. Kız istemede ise daha az başlık parası istenir. Alınan bu başlık paralarıyla kıza çeyizlik ve diğer eşyalar alınır. Aladdin köyünde kız kaçırma konusunda bu güne kadar herhangi olumsuz bir durum ve olay yaşanmamıştır. Şimdiye kadarki kız kaçırma olayları hep mutlu bir şekilde sonuçlanmıştır. (K6,K13,K14)
2.2.1.4.CENAZE MERASİMİ
Ölüm olayı akşam meydana gelmişse defin işlemi genellikle sabaha bırakılır. Ölü evde ya da camide o gece bekletilir. Yakınları sabaha kadar başucunda kuran okur. Sabah erkenden ölü gömülür. “Defin işlemini geciktirmek ölü için günahtır. Ölü ancak defnedildikten sonra sorguya çekilecektir. Ölü bekletildikçe ruhu azap çeker. Ölenin ruhu da defin için acele eder. Bedenden çıkan ruh, dünya değiştirenin kendisi olduğunu bilmemektedir. Ölenin bir başkası olduğunu sanır. Görünmeden dolaşarak defin için insanları acele davranmaya sevk eder. Ölen, ölenin bir başkası değil de kendisi olduğunu ancak telkin den sonra anlar. Telkin bittikten sonra sağlarla beraber mezarlıktan ayrılmak ister; ancak başını kaldırıp mezardan çıkamayınca, ‘eyvah ölen ben imişim!’ diyerek ebediyete intikal eder.” diye inanılır.
Köylüler ölü sahibinin evinde toplanırlar, mezardan anlayıp çalışabilenler, hiçbir karşılık beklemeden mezarı hazırlamaya giderler. Ölü ya bulunduğu evin kapısı önünde hazırlanan kapalı bir yerde ya da camide bir din görevlisi ve ya yıkama işinden anlayan biri tarafından sabun kullanılarak ılık suyla yıkanır, gusül abdesti verilir. Yıkama işi bittikten sonra ölü kefenlenerek bir tabuta konulur. İmamın öncülüğünde köylüler cenazeyi mezarlığa götürmek üzere omuzlarlar. Cenazeyi taşımak, tabuta el atmak sevap sayılır. Bunun için herkes tabutu taşımak ister. Tabutu taşıyanlar yolda sık sık yer değiştirirler, bu şekilde mezarlığa varılır. Ölünün akrabası da olsa kadınların mezarlığa gitmesi hoş karşılanmaz. Mezarın içi taş duvar örülür, imamın yönlendirmesi ile üç-dört kişi ölüyü tabuttan çıkarıp mezara indirir. Ölünün yüzü kıbleye taraf olur. Mezarın üzeri de taşla döşendikten sonra hızla toprak doldurulur. Mezarın baş ve ayak tarafına iki düzgün taş dikilir. Bundan sonra imam çeşitli ayetler, dualar okur. Mezarın başında bulunanlar da yere çömelip ellerini havaya kaldırarak ‘âmin’ çekerler. En son imam telkin verir ve herkes oradan ölü sahibinin evine döner. Ancak iki kişi, ikindi namazına kadar mezarın başında kuran okuyup beklerler. Ölü sahibinin evinde taziyeler kabul edilir. Baş sağlığı dileme, taziyeye gelme günlerce devam eder. Cenaze defnedilirken orada olmayan köylüler ile çevre köylerden gelenler başsağlığı dileklerini sunarlar. Taziye evine gelenlerin şeker, çay ve diğer gıda maddeleri getirmeleri adettendir. Üç güne kadar bu taziye ziyaretleri yoğun bir şekilde sürer. Sonraki günlerde yavaş yavaş azalmaya başlar. Bu taziye süreci içerisinde köy dışından gelenler taziye evine gidip dualarını ettikten sonra köylüler tarafından evlerine davet edilirler, burada yemek yenilir ve daha sonra uğurlanırlar. Taziyenin üçüncü günü ölünün ‘üç günlüğü’ verilir. Bu, iki ekmeğin arasına helva koyarak köylülere dağıtma şeklinde olur. Dördüncü gün mevlit verilir, kırkıncı gün ise ‘ölünün ekmeği’ dağıtılır. ( K6,K7,K9,K14)
2.2.2.BAYRAMLAR, EĞLENCELER, KUTLAMALAR
2.2.2.1.DİNİ BAYRAMLAR
Dini bayramlar ramazan ve kurban bayramı; tüm Müslümanlarda olduğu gibi her yıl Aladdin Köyü’nde de bu bayramlar kutlanır. Hz İbrahim oğlu İsmail’i kurban için kesmeye yatırınca Cebrail tarafından Hz İbrahim’e koç getirilir ve bu sayede Hz. İbrahim onun yerine koçu kurban eder. Bu nedenden dolayı kurban bayramının kutlandığına inanılır. Bayram öncesi evlerde temizlik yapılır. Bayram için özel şeker kolonya alınır ve çeşitli yemekler yapılır.
2.2.2.1.1.RAMAZAN BAYRAMI: Arife günü mezarlıklar ziyaret edilir. Orada kuran-ı kerim okutulur. Çocuklar bayramlık elbiselerini hazırlarlar. Ev hanımı, bayram günü için çeşitli yemekler yapar. Eskiden bayramlarda şu yemekler yapılırdı: Avki, patliya, zerbet, germavvışk, poğaça, pasta gibi özel tatlı ve yemekler yapılırdı. Ancak son yıllarda diğer yörelerde yapılan tatlı çeşitleri köyde de yapılmaktadır.
Bayram günü sabah, reşit olan bütün erkekler camiye gidip bayram namazı kılarlar. Namaz kılındıktan sonra cami çıkışı bütün erkekler sırasıyla birbirleriyle bayramlaşırlar. Buradan ayrıldıktan sonra herkes kendi mahallesine dağılır. Kadınlar ise erkekler daha camideyken, önceden hazırlamış oldukları yemekleri, mahallenin en geniş damında sermiş oldukları halıların üzerine koyarlar ve erkeklerin gelmesini beklerler. Erkekler, caminin önündeki bayramlaşmadan sonra direkt yemeklerin hazır olduğu dama gelirler. Her kadının getirdiği yemekten tatmak adettendir. Erkekler bu yemek merasiminden sonra gruplara ayrılarak bayramlaşmak için köyün en aşağısından başlayarak bütün evleri dolaşırlar. Bütün evlere gitmek adettendir. Eğer küskünlükler varsa giderilir. Bütün evlerde oturulur ve mutlaka bir şeyler yenilir. Erkekler öğlene kadar böyle ziyaretlerini tamamlarlar. Öğleden sonra ise erkeklerin dolaştığı gibi kadınlar bayramlaşmaya başlarlar. Bayramın ikinci ve üçüncü günleri komşu köylerde akrabası ve dostları olanlar birbirleriyle bayramlaşmaya giderler. (K1,K3,K6,K13,K14)
2.2.2.1.2.KURBAN BAYRAMI: Kurban bayramı, eskiden tıpkı Ramazan bayramı gibi kutlanırdı. Aladdin Köyü’nde, son yıllara kadar kurban kesme geleneği yoktu. Yirmi-otuz yıllık bir geçmişi olan kurban kesme, bölgeye gelen şeyhlerin anlatımları sonucunda başlamıştır. Önceleri kurban kesme imkânı fazla olmayan köylüler, son yıllarda hemen her ailede, kurban bayramında kurban kesme anlayışı oluştuğu için mutlaka bir kurban kesilir. Kurban bayramına ‘Hacılar Bayramı’ denilir. Genellikle hacılar bu bayramda Hacdan geldikleri için böyle bir isim verilmiştir. (K6)
2.2.2.2.SERNEWA(YENİYIL) KUTLAMASI
Aladdin Köyü’nde ‘Sernawa’ yani yeni yıl etkinliği, on üç ocak tarihinde gerçekleştirilirdi. Rumi takvime göre bu tarih yeni yılın ilk günüdür. Eski yılı yeni yıla bağlayan bu gecede çeşitli etkinlikler düzenlenirdi. Eğlenmeler, eski yılın uğurlanışı, yeni yılın birlik beraberlik, bolluk mutluluk getirmesi, çekilen acıların unutulması için yapılırdı. Köyde yapılan yılbaşı etkinlikleri adeta birer sosyal dayanışma örneğiydi. Bu şenliğin geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanır. Bünyesinde oldukça zengin bir kültür hazinesi bulundurmaktadır. Bu etkinlik, geçmişte bütün köylülerin ortak bir şenliğiyken günümüzde ise artık unutulmaya yüz tutmuştur.
Yılbaşı gecesi genellikle köyün gençleri ya köy meydanında ya da kendi aralarında belirledikleri bir evde toplanırlardı. Köylüler de evlerinde bu gece için çeşitli hazırlıklar yaparlardı. Gençler aralarında iyi rol yapabilenlerden on- on beş kişilik bir gurup oluştururlardı. Bunlardan birine ‘kal’ dediğimiz yaşlı dede rolü verilirdi. Dede rolündeki bu oyuncuya beyaz sakal, gözüne gözlük takılır, başına sarık bağlanır, uzun bir pardösü giydirilir, sırtı kamburlaştırılır ve eline de bir baston verilir. Diğer bir oyuncuya da ‘pir’ dediğimiz yaşlı nine rolü verilir. Ona da bir fistan giydirilir, başına bir eşarp bağlanır, eline bir baston verilir ve gurubun diğer üyeleri de onların çocukları ve torunları rolüne girerler. Bu çocukların eline torbalar verilir. Akşam karanlığın çökmesiyle toplu bir şekilde nine ve dede önde olmak üzere köydeki evleri dolaşırlar. Dede elindeki baston ile evlerin kapılarını çalarak evdekilerin yeni yılını kutlar. Köylüler de bu geceye hazırlıklı oldukları için çeşitli eşyalar getirip çocukların torbalarına doldururlar. Bu eşyalar genellikle şeker, ceviz, pestil, kurumuş dut vb. şeylerdir. Evlerin dolaşılması bitince, gurup önceden belirlediği yere gider. Oradaki diğer gençlerle beraber halaylar çeker, oyunlar oynar. Toplanılan eşyalar oradaki insanlarla paylaşılır. Köy meydanında ateşler yakılır, gençler de bu ateşin etrafında oyunlar oynar, şarkılar, türküler söyler, fıkralar anlatırlar ve birbirlerine bilmeceler sorarlar. Uzun bir zaman böylece eğlenirler. Bu şekilde eski yılın uğurlanışı, yeni yılını gelişi birlikte kutlanmış olur. (K1, K6)
2.2.2.3.KALEMİN(BENİM DEDEM) FESTİVALİ
Kalemin Aladdin Köyü’nün güneyindeki bir tepede bulunan iki mezara verilen addır. Köylüler bu mezarları hem dedelerinin yattığı bir yer hem de iki tane evliyanın bulunduğu bir mekân olarak gördükleri için her yıl onları anma etkinliği düzenleyerek kurbanlar kesip yemekler yaparak onları anmış olurlar.
Eskiden ağustos ayının ilk Perşembe günü düzenlenen ‘Kalemin Festivali’ günümüzde ise gerek köydeki insanların gerekse şehirlere göç etmiş köylülerin işleri nedeniyle ağustos ayının üçüncü perşembesinde bütün çevre köylerden katılımlarla tam bir festival havasında gerçekleşmektedir.
İnanışa göre orada bulunan iki mezar iki evliyaya aittir. Bu evliyalardan biri köyün ilk atası olan Şeyh Ömer’dir. Diğer şahsiyet ise kimine göre bir yabancı olup Şeyh Ömer’in yardımcısı, kimine göre ise onun çobanıdır. Köylülere göre bu iki şahsiyet çok kutsal kişilerdir. Bunun için her yıl ağustos ayının üçüncü haftasının Perşembe günü şehirlere göç etmiş özellikle Adana, İzmir, İstanbul gibi ve diğer illerde bulunan Aladdin Köylüleri bu festivale katılmak için köye gelirler. Çevre köylerden de yoğun bir katılımla bu festival başlar. Bu festival eskiden ekonomik şartların yetersizliğinden dolayı bütün köylülerin katılımı ve katkılarıyla tam bir imece usulü ile yapılırdı. İstisnasız bütün evlerden herkes gücü oranında bir katkı sunardı. Kimi bulgur kimi un kimi de koyun alınması için imkânları dâhilinde para verirdi. Herkes kendi evinde lavaş ekmek pişirir bulgur pilavı yapar getirir. Pişirilen etlerle beraber gelen konuklara ikram edilirdi. Bütün köy sakinlerinin ortaklaşa kutladığı bu festivale çevre köylerden yoğun bir katılım olur. Köylüler bu festivale günler öncesinden hazırlık yapmaya başlarlar. Bunun kutlamaları da bir hafta önceden başlar. Özellikle akşamları köyün gençleri damlarda ve köy meydanında halaylar çekerek bu günün gelişini kutlarlar. Etkinlik günü bütün köylüler köy meydanında toplanıp halay çeker oyunlar oynarlar. Kesilecek hayvanlar Perşembe günü sabah mezarlığın üzerine götürülüp bu hayvanlar mezarlığın etrafında birkaç defa dolaştırıldıktan sonra köy meydanına getirilip kesilir ve daha sonra ikram için pişirilir. Köylüler zaman zaman bu mezarlara gidip kuran-ı kerim okuyup dualar ederler. Bu festivalde köylülerin inanış ve adetlerine göre davul zurna vb çalgılar kesinlikle çalınamaz. Bütün bu etkinlik boyunca köylüler yörenin bilinen Zazaca şarkılarını söyleyip bu şarkılar eşliğinde halaylar çekerler. Bir diğer önemli husus ise bu etkinlikte yapılan yemek ve bu yemeği yeme biçimidir. Bu etkinliğin ritüel yemeği lavaş ekmek, bulgur pilavı ve ettir. Bu yemeği yerken kaşık ve çatal gibi aletler kesinlikle kullanılmaz. (K6,K7,K8,K13,K14)
2.2.2.4.KONUK AĞIRLAMA
Genellikle köye gelen misafirlerin gidecekleri yerler bellidir. Gelen misafirin eğer köyde bir dostu ahbabı veya akrabası varsa ona konuk olur. Eğer köye gelen yabancı birisi ise köy odasında konuk edilirdi. Bazen de bu yabancı kişi köyden herhangi birinin evine konuk olurdu. Ev sahibi, gelen misafiri yabancı-tanıdık ayrımı yapmaksızın güzel bir şekilde ağırlardı. Misafire ikramdan kaçınılmazdı. Evde bulunan malzemelerden en iyi yemekler yapılarak misafire sunulurdu. Yemek yenildikten sonra döşekler serilir üzerine oturulup sohbet edilirdi. Bu arada çay ikram edilir, çay faslından sonra dut, ceviz, şeker pancarı, kabak vb. mevsimine göre meyveler cemaate ikram edilirdi.
Misafir geldiği zaman köyün diğer sakinleri misafirin yanına gelirlerdi. Sohbet ederlerdi. Misafir tanıdık ise kadınlarla erkekler birlikte aynı cemaatte otururlardı. Gelen konuklar yabancı ise kadınlar ayrı erkekler ayrı otururlardı. Köy sakinleri evlerine gittikten sonra misafirin yatağı serilir, yatılırdı. Sabahleyin kahvaltı yapıldıktan sonra misafir gideceği yere gitmek üzere uğurlanır, ev sakinleri ise kendi işlerine dönerlerdi. Eskiden köye gelen yabancı misafirler genellikle köy odasında konuk edilirdi. Bu köy odasında çerçiler, yolcular, tüccarlar vb. misafirler konuk edilirlerdi.
Köy odasında zaman zaman köylüler de toplanır ve uzun kış gecelerinde burada sohbet ederlerdi. Köy odası köyün bir evine ait bir odaydı. Burada misafir ağırlanırken misafirin hayvanlarına da bakılırdı. Bu köy odası sahibine hem köyden hem de çevre köylerden insanlar zekât verirlerdi. Günümüzde böyle bir gelenek artık yoktur. Köye gelen misafir köylüler tarafından evlerine davet edilir. Köyde misafire çok büyük önem verilir. Misafirin olduğu gün o evde en güzel yemekler pişirilir, temiz yataklar serilir, temiz elbiseler giyilir, misafire saygı ve hürmet esastır.
Bölgede sosyal ilişki ileri bir düzeydedir. Bunun en iyi kanıtı köylülerin Palu, Arıcak, Hani ve Sivan bölgesindeki köylülerle yakın ilişkilerinin olmasıdır. Civar köydekilerle dost ve ahbaplıkları vardır. Bu çevre köylerle olan ilişkileri öyle güçlü ve sağlam olurdu ki bu dostluk ve ahbaplık kuşaktan kuşağa aktarılırdı. Öyle ki bir ferdin civar köylerde kardeş gibi olduklar birbirlerini sevip saydıkları insanlar olurdu. Bunlardan bahsederken de gerek kendisi gerek başkaları(dost)kavramı kullanılırdı. Dedeleri dost olanlar birbirlerini tanımasalar bile dedelerini hatır ve dostluğuna dayanarak birbirlerine saygı ve hürmet gösterirlerdi. (K8,K12)
2.3.DOĞA VE EVRENLE İLGİLİ UYGULAMALAR
2.3.1.BESLENME-MUTFAK-KİLER
BESİN ELDE ETME, HAZIRLAMA, KORUMA, KIŞLIK BESİN HAZIRLAMA
Aladdin köyünde kış ayında yenmek üzere yaz ve sonbahar aylarında bazı besinler hazırlanır. Bu besinler genellikle turşu hazırlama, konserve yapma ve bal, reçel ile pekmez hazırlamak türünde olmaktadır.
Asma ağacından toplanan yapraklar kazanlarda ya da tencerelerde haşlanarak kavanozlarda saklanır, kışlık sebze olarak kullanılır. Bu sebzeden yaprak dolması yapılır.
Domates, patlıcan, biber, taze fasulye gibi sebzeleri güneşte kurutup kışlık yiyecek olarak hazırlarlar.
Elma, kayısı, ayva, dut gibi meyvelerden hem reçel hem de kışın hoşaf yapılmak üzere faydalanılır.
2.3.1.1.YEMEKLER
2.3.1.1.1.PATLİYA(SAC BÖREĞİ): Önce mayalı hamur yoğrulur hamur mayalandıktan sonra oklava ile ekmek tahtası üzerinde lavaş ekmeği şeklinde hamur açılır. Açılan ekmeğin yarısına önceden hazırlanan çökelek ve doğranmış soğan koyulur kimileri sadece çökelek bırakır. Ekmeğin diğer yarısı bu içliğin üzerine gelecek şekilde katlanır, kenarları kesilir daha sonra ‘tok’ dedikleri sıcak sacın üzerine konulur ve pişirilir. Pişirilen patliya servis tabağının içine doğranır. Kızartılmış tereyağıyla kaynatılmış şeker üzerine dökülerek servis edilir. Lokma şeklinde doğranan patliyanın üzerine kimisi sadece tereyağı kimisi de sadece şeker dökmeyi tercih eder. (K4)
2.3.1.1.2.ZERBET(SİRUN): Mayalı hamur ekmek tahtasının üzerinde iyice açıldıktan sonra lavaş ekmek olarak sacın üzerinde pişirilir. Pişirilen bu ekmekler yuvarlak bir şekilde sarılır ve lokma büyüklüğünde tabağın içine doğranır. Servis tabağının içine güzel bir şekilde dizilen ekmeğin üzerine kızartılmış tereyağı ve yoğurt dökülür böylece servise hazır olur. Kimileri bunun üzerine ‘katık’ döker. Katık; fazla kaynatılan ayranın süzülmesi sonucu elde edilir. Yoğurdun içine tuzsuz ve taze çökelek koyularak karıştırılır, daha sonra doğranan ekmeğin üzerine dökülür. Unutulmaması gereken tek şey tereyağıdır. (K3,K4,K9)
2.3.1.1.3.GUDIK: Bulgurun üzerine kaynatılmış su dökülür. İçine tuz atılır, karıştırılıp dinlenmeye bırakılır. Dinlendirildikten sonra içine biraz un katılır ve hamur gibi yoğrulur. Un, yoğrulduktan sonra bilye büyüklüğünde yuvarlaklar oluşturulur. Suyun içine biraz ekşi ve tuz atılarak kaynatılır. Kaynayan suyun içine atılarak kaynatılır. Piştikten sonra servis tabağının içine konulur. Üzerine de yoğurt veya katık ile kızartılmış tereyağı dökülüp servis edilir.(K4)
2.3.1.1.4.EŞKENE: Önce yufka-lavaş ekmeği yapılır, sonra soğan doğranır. Doğranan soğan biraz salçayla kızartılır, daha sonra bunun içine kavurma eti ve su katılır. Bu şekilde kaynatılır. Kaynatıldıktan sonra servis tabağının içine doğranmış lavaş ekmeğinin üstüne dökülür ve servis edilir.(K4,K5)
2.3.1.1.5.AWKİ: Önce mayalı hamur cıvık bir şekilde yoğrulduktan sonra biraz dinlendirilir. Sonra ateş yakılır, sacın üstüne her seferinde bir tahta kaşığıyla bu cıvık hamur dökülür. Ancak hamuru dökmeden önce her seferinde sacı yağlamak gerekir. Saca ince bir şekilde dökülen hamur böylece pişer. Piştikten sonra servis tabağının içine küçük küçük doğranır. Kızartılmış tereyağıyla kızartılmış şeker üzerine dökülür. Kimisi şeker yerine pekmez de kullanır. (K3,K5)
2.3.1.1.6.ASİR: Bir tencerenin içine pekmez konulur. Sonra içine biraz su katılır, ateşin üstünde pişirilerek şerbet haline getirilir. Şerbetin bir kısmı başka bir kaba konulur. Tencere ateşin üstünde kalır, içindeki şerbet kaynarken içine azar azar un ve diğer şerbetten ilave edilir. Un katılaşırken sürekli karıştırılır. Bu dibe yapışmaması için ve iyice pişmesi için yapılan bir işlemdir. Karışım iyice pişirildikten ve katılaştıktan sonra ateşten alınır ve soğutulmaya bırakılır. Daha sonra tereyağı kızartılır. Soğuyan yemek servis tabağının içine konulur ortasına hafiften çukur yapılır içine kızartılan tereyağı konulur ve servis edilir. (K4)
2.3.1.1.7.GERMAWİŞK(MASTUVA): Üç ölçek ayran bir ölçek pirinç ya da pilavlık bulgur tencereye doldurulur. Yeterli miktarda tuz ve iki üç kepçe un ilave edilir. Tencere normal yanmakta olan ocağa konulur. Ayranın bozulup topak bağlamaması için karışım ateşte kaynayıp katılaşıncaya kadar bir tahta kepçeyle karıştırılır. Pişip lapa haline gelince ateşten indirilir. Büyükçe bir tasa doldurulur, ortası çukurlaştırılarak kızartılmış tereyağı dökülür. Böylece yemek hazır olur. Bu yemeğe kimi sadece tereyağı dökerken kimisi de kaynatılmış şeker ya da pekmez döker. (K3,K4)
2.3.1.1.8.GERMA DÜY (AYRAN ÇORBASI): Ayran, un, yumurta sarısı, dövme buğday ya da pirinç biraz da nohut ve yeterli miktarda tuz hazırlanır. Önce bir tencerede ayran un ve yumurta sarısı ile tuz karışımı ateşe konur. Karışım kaynayıncaya kadar ayranın bozulup topak bağlamaması için sürekli karıştırılır. Kaynama başlayınca nohut ile dövme buğday ya da pirinç ilave edilir. Kaynama 30–40 dakika sürdükten sonra ateşten indirilerek servis edilir. (K5)
2.3.1.1.9.MALÊZ: Su kaynatılır, buğday unu içine serpilir. Cıvık olmasına dikkat edilir. Yağ ilave edilerek lapa halinde yenilir. Bu yemek daha çok doğum yapan kadınlara verilir. (K5)
2.3.1.1.10.KEŞK: Yayıkta yapılan ayranın yağı alınır ve ayran büyük bir kazana doldurulur. Bu ayran bir gün boyunca dinlendirilir. Dinlendirilen ayranın üstüne çıkan suyu alınarak başka bir kazana doldurulur. Bu işlem birkaç gün tekrar edilir. Büyük kazan doldurulduktan sonra iki teneke buğday dövülerek himtî(dövme)şekline getirilir. Dövme yıkanarak dinlenmeye bırakılır. Ayran kaynatılmaya başlandıktan sonra tuz ilave edilir. İyice kaynayan ayranın içine dinlenmeye bırakılan dövme atılır ve pişene kadar karıştırılır. Bu karıştırma işlemi büyük tahta kürekle yapılır, katılaşıncaya kadar kaynardı. Katılaşınca kazan kaldırılıp dama götürülür ve kazanın üstü örtülür. Aynı gün gidilip bahçeden taze nane toplanır. Bu nane getirilip damda serilerek kurutulur. O gün başka işlem yapılmazdı. Ertesi gün büyük kazan içindeki keşk leğen içine doldurulup yoğrulurdu. Yoğrulurken yanlarında hazır bunan ayrana ellerini değdirerek avuç içinde belli kalıplar oluştururlardı. Bu kalıpları nanenin üstüne düzenli bir şekilde sererlerdir. Kurutulmaya bırakılan bu kalıpların üstü kuruyunca diğer tarafı çevrilirdi. Keşk kuruduktan sonra bir kısmı çuvallara bırakılarak ambara kaldırılır, bir kısmı da komşulara dağıtılırdı. Bu yemek özellikle kışın önemli bir besin kaynağı olurdu. Kışın kaynayan suya bu kalıpları ilave ederek pişirir ve yağ, pekmez, şeker gibi sıvılar dökülerek yenilirdi. (K3,K4,K9)
2.3.1.1.11.GOŞTİ(KAVURMA): Eylül ayından itibaren kesilecek hayvan ki genellikle keçi kesilir, ahırda beslenmeye alınır. Ekim ayının sonu ya da kasım ayının başında bu hayvan kesilir. Eti pişirilir, büyük kazanlarda pişirilen et büyükçe tencerelere konulup kışın yenmek üzere kaldırılır. Bu ete kavurma (goşti) denilmektedir. Bu et kışın özellikle kahvaltıda yenilir. Tavanın içinde ısıtılan bu etin üstüne yumurta kırılır ve pişirilerek servis edilir. Bu eti farklı şekillerde tüketenler de vardır. Kavurmalık eti köyde hemen herkes kış yiyeceği olarak hazırlar. (K5,K12)
2.3.1.2.YEMEK İÇİN KULLANILAN BİTKİLER
Yörede ilkbahar aylarında ekilip biçilen alanlarda ve yabanda kendiliğinden yetişip besin olarak tüketilen çok çeşitte ot vardır. Bunların kimisi çiğ kimisi de yemek yapımında kullanılarak tüketilir. Bunlar:
2.3.1.2.1.KUŞKONMAZ OTU: Çok besleyici ve lezzetlidir. Pişirilerek çorbası ve pilavı yapılır. Köz üstünde pişirilen kebabına doyum olmaz.
2.3.1.2.2.MANTAR: Yeterli yağışın olduğu Mayıs ve Haziran aylarında yumuşayan toprakta bol miktarda mantar çıkar. Genellikle meşe, söğüt, kavak gibi ağaçların dibinde meydana gelir. Yalnız başına ya da pilav üstü pişirilerek yemekleri yapılır köz üstünde kebapları yapılır.
2.3.1.2.3.HARDAL: Uzun boylu geniş yaprakları olan ve sarı çiçekler açan bir ot cinsidir. Yapraklarından çorba ya da lapa haline getirilip yağ ve yumurta ilave edilerek yemeği yapılır. (K3)
2.3.1.2.4.YARPUZ: Ayran, dövme ya da bulgurla pişirilerek lezzetine doyum olmaz bir nevi yayla çorbası elde edilir. Salata içinde çiğ olarak tüketilir.(K3,K11)
2.3.1.2.5.NANE: Nefis kokusu vardır, kurutulmuş yaprakları ufaltılarak tereyağında kızartılıp ayran çorbası üzerine serpilir.(K4,K5)
2.3.1.2.6.YEMLİK: Yağmurların düşmesiyle iyi gübrelenmiş tarlada yetişir. Çiğ olarak yenir, tuz serpildiğinde yenilmesi daha hoş olur. Çiçekten sonra toprak altında fındık büyüklüğünde yumru bağlar. Bu yumruların verem hastalığına iyi geldiğine inanılır.(K5,K11,K12)
2.3.1.2.7.IŞKIN: Bahar aylarında dağların yüksek tepelerinde yetişen bir bitkidir. Kamçı şeklinde gövdesi vardır. Hoşa giden ekşimsi bir tada sahiptir. Kabuğu alınarak çiğ yenilir.(K3)
2.3.1.3.EKMEK YAPIMI
Köyde kadınlarda aranan ve en önemli sayılan yeteneklerden birisi de iyi ekmek yapmalarıdır. Ekmeğin sağlıklı ve iştahlı yapılmasına önem verilir. Ekmek hamuru mayalı olur. Köyde üç çeşit ekmek yapılır. Bunlar saç üzerinde yapılan yuvarlak ekmek yine saç üzerinde yapılan lavaş ekmeği ve soba fırınında yapılan ekmektir. Evlerde saç ekmeği iki üç günde bir yapılır. Çökelek, peynir, tereyağı, bal, kavurma, gibi katı yiyecekler açık ekmeğin içine konularak yufka-sıkma yapılır. Saçta pişmekte olan ekmeğe çiğ yumurta sürülerek yumurtalı ekmek yapılır.(K3,K5)
2.3.2.HALK HEKİMLİĞİ
Yörede Ulaşımın kolaylaşmasıyla ve son yıllarda yaşam standartlarının yükselmesiyle, hastalanan kimseler Bingöl’e ya da Genç’e hastaneye götürülür. Ama gerek ekonomik koşullar nedeniyle gerekse uzun yıllar halkın kendi yaşam tecrübelerinden edindiği deneyimler insanları çeşitli tedavi yöntemlerine sevk etmiştir.
Köyde çeşitli hastalık, yaralama gibi durumlarda uygulanan pratikler şöyledir:
· Çocuk emziren bir kadının sütü kulağa damlatılır. Yalnız, inanışa göre kadının doğurduğu bebeğin kız çocuğu olması gerekir.(K5)
· Beyaz bir keten parçasına bal mumu sürülür. O keten sigara şeklinde sarılır ve bir ucu kulağın içine sokulur. Dışarıdaki ucu yakılır, buradan çıkan duman kulağın içine girer ve içindeki mikrobu dışarı çeker.(K3,K12)
2.3.2.1.KANAYAN YARAYA UYGULANAN PRATİKLER
· Yara küçük olursa üzerine işenir.(K12)
· Kanı durdurmak için yaraya tuz basılır. Sigara külü ve toprak koyulur.(11)
· Yaraya tuzlu yağ dökülür.(K3)
· Yine küçük kesiklere tuz basılır veya ceviz kabuğunun suyu sıkılır.(K3,K5)
· Yara büyük olduğunda ise keçi kılı yağda kavrulup yaranın üzerine bırakılır. Bu işlem yağ daha sıcakken yapılırdı. Yağın içine bırakılan keçi kılı yarayı birleştirmede dikiş görevi görürdü. (K6,K14)
2.3.2.2.BURUN KANAMASINDA UYGULANAN PRATİKLER
· Pamuk ile tampon uygulaması yapılırdı.(K1,K6)
· Mendil ıslatılıp enseye konulurdu.(K6)
· Soğuk suyla burun ve kafa yıkanırdı.(K6,K14)
2.3.2.3.KIRIK-ÇIKIK BURKULMA DURUMLARINDA UYGULANAN PRATİKLER
· Yörede bilinen usta kırık çıkıkçılar vardır. Bunlar tarafından kırık çıkıklar tedavi edilirdi. Kırık ya da çıkıklar yerine getirildikten sonra yumurta sarısı tuz ve sabundan oluşan bir karışım ya da yılan balığı normal balık bunlardan da bir karışım yapılırdı. (K3,K6,K12)
· Şişkinlik durumlarında yılan balığı (marmase) veya maliz denilen bir çeşit tatlı üzerine konulurdu.(K5,K12)
2.3.2.4.SOĞUK ALGINLIĞI VE ÖKSÜRME DURUMUNDA
· Pekmez ve tereyağı kaynatılıp içilirdi.(K6,K14)
2.3.2.5.DONMA DURUMUNDA
· Ateş yakılır donan kişi ateşten uzakta tutularak bir saat sonra masaj yapılırdı.(K12)
2.3.2.6.BAŞ AĞRISI DURUMLARINDA
· Baş ağrısında, başa bir kuşak sıkı bir şekilde bağlanır. Nane içilir, ağrı kesici varsa alınır.(K3,K14)
2.3.2.7.YÜZ KAŞINTISI VE ŞİŞMESİ
· Bu durumda bal sürülür, sıcak demir tutulurdu. Bu demir uzak tutulurdu, sadece yaranın ısınması sağlanırdı.(K12,K14)
· Sulu yanıklarda sülük kabuğu dövülür, zeytinyağıyla kavrulur, yaraya sürülür.(K5)
· Pişmiş soğan üzerine konulur.(K5)
2.3.2.8. DİĞER PRATİKLER
· Yanıklarda tavuk pisliği sürülür. Gaz yağı sürülür, yanık merhemi varsa sürülür yoksa salça da sürülebilir.(K3,K12)
· Kansızlık için pekmez bal gibi tatlı yiyecekler yenir.(K5,K6)
· İştah açıcı olarak şurup ekşi şerbet içilir.(K12)
· Yılan sokulan yer jiletle kesilir. Öküz boynuzu bulunarak ucuna bir delik açılır, bir ucu jiletle kesilen yaranın üzerine konulur. Diğer ucundan yaranın içindeki zehir çekilirdi.(K3,K12)
· Bal arısı, arı vb ısırmalarda ısırılan yerlere dut sürülür veya güneşte kızarmış taş konulur ya da sıcak bez konulurdu.(K5,K6,K12)
· Akrep sokmalarında sütleğen otunun sütü sürülür. Köpek ısırmalarında mayalı tuzlu hamur konulur.(K12)
· Sıtma tedavisinde ceviz kabuğu ufak parçalar halinde kaynatılıp içilir.(K11,K12)
· Yine sıtma tedavisinde kafa ortasından kan akıtılır ya da bilekten kan akıtılırdı.(K14)
· İtdirseği çıktığında evli amca kızlarından birinin saçı sürülür.(K3,K5)
· Karın ağrısında süt kaynatılıp içilir.(K3,K9)
· Korkma halinde su verilir.(K3,K5,K14)
· Sara hastalarına soğan koklatılır. Muska yaptırılır, Ayet el kürsi okunur.(K3,K12
· Uyuz olan kimseye kükürt suyuyla zeytinyağı karıştırılıp sürülür.(K5,K14)
· Çocuğu olmayan kadına yağ ardıç dalının buğu verilip terletilir. Bu kadınlar ziyarete de götürülürdü.(K3,K5)
· Sarılık hastası olan kişiye, koyun keçi dalağı, karaciğer yedirilir. Tuz yalatılır ya da alnı çizilirdir.(K3,K5,K6)
· Bulantı ve kusmada nane, limon, şeker şerbeti içirilirdi.(K5,K9,K12)
· Ülser(mide yarası)süt içilirdi.(K6)
· Mide üşütmesinde nane içilirdi.(K6)
· Mide ağrısında bal ile süt kaynatılıp içilir.(K3,K6)
· Böbrek kumu ve taşlar için sıncırık denilen ayranın kaynatılmış suyu içilirdi. Yoğurdun suyu da içilirdi.(K3,K5,K6,K12,K14)
· Tansiyon yükselince limon ayran içilir, sarımsak yenirdi.(K3,K6)
· Tansiyon düşünce tatlı gıdalar, yenilir tuzlu ayran içilir.(K3,K6)
· Yara ve çıbana lokum, çam sakızı, tuzlu hamur helva ve pişmiş soğan üzerinde konur.(K3,K5,K6,K12)
· Morarmalarda jilet atılıp kan alınır.(K3,14)
· Göze bir şeyin kaçması durumunda uygulanan pratikler.
· Genellikle bayanlar göze üfleyerek gözün içine kaçan şeyi çıkarırlardı. Eğer bu işlem bir sonuç vermezse yazmanın (tülbent)bir ucuyla, göze kaçan nesne çıkarılırdı. Yazma (tülbent)kullanılmasının nedeni yumuşak olmasıdır.(K3,K4,K5,K12)
· Egzamada iğneyle yaranın üzerine gezilir ve dua okunur, yaranın üzerine mürekkeple yazılarak okunur.(K5,K6)
· Alerji olmuş yerlere tuzlu su sürülür.(K3,K14)
· Yüksek ateşi düşürmek için uygulanan tedavi yönteminde ise hastanın elbiseleri çıkarılır keçinin yüzülen derisinin içine hasta konulur. Bu işlem iki üç gün devam ederdi.(K6,K14)
· Sirkeyle alın, boğaz ovulur. Serin tutulur yağlanır.(K6,K12,K14)
· Güneş yanıklarına tereyağı sürülür.(K3,K5)
· Yeni doğan çocuk tuzlanır.(K3,K4,K5,K9)
· Verem hastalarına bal ve pekmez yedirilir.(K6,K12)
· Bademcik ağrısında çene sıcak bir şekilde bağlanır ya da yaşlı biri, bu konuda tecrübeli olan, parmağıyla o bademciği ezer.(K3,K5,K9,K12,K14)
· Bademcik ve boğaz iltihabında boğaz bezir ile yağlanır kızartılmış sabunla masaj yapılır.(K6,K12)
· Bronşitte pekmez yenilir, içilir.(K6)
· Bel ağrılarında bele çay bardakları vurulur. Bele bir tepsi yapıştırılır ’tir’ yani ok ile ona nişan alınır ve atılır.oradan çıkan sese göre iyileşip iyileşmediği anlaşılır.(K3,K14)
· Defne ağacının yaprağı kaynatılıp içilir. Bu, bronşite, damar tıkanıklığına iyi gelir. Ayrıca kan dolaşımını düzenler.(K5,K11)
2.3.3.ŞİFALI BİTKİLER
Günümüzde hastalıklara karşı ilaç kullanımı önemli bir noktaya gelmiştir. Ancak tamamen doğal bir ortamda yaşayan köy insanları, bu ilaçların oluşturduğu yan etkileri, olumsuz durumları yaşamamak için bitkisel çözümlere daha ilgi bir duymaktalar. İnsanlar atalarının uzun süren tecrübelerinden ve eski hekimlerin çeşitli bitkilerinden oluşturdukları karışımlara ilgi duymaktadır. Tıbbın gelişmesi ile de bugün birçok bitkinin hangi hastalığa iyi geldiği bilimsel olarak kanıtlamaktadır.
Aladdin Köyü’nde şifalı otlardan faydalanma günümüzde bilimsel alanda bir faydalanma, bir yönelme değildir. İnsanlar, bu anlamda özellikle içsel hastalıklar da gözlemleyemediğinden bunlara yönelik çözümler pek yoktur. Şifalı otlardan faydalanma daha çok dıştan görülen ve birebir hastalıklar veya yararlanma gibi durumlarda gerçekleşir.
Aladdin köyü coğrafi olarak bulunduğu noktada ve çevre dağlarında özellikle ilkbaharda bitki çeşidi açısından zengin bir coğrafyadır. Yapılan gözlemlerde ve yaşlılar ile yapılan sohbetler neticesinde, insanların bahar aylarında yetişen çeşitli bitkileri topladıkları ve bunların daha çok yemek(aş)olarak kullanıldığı görülmektedir. Karların erimeye başlaması ile birlikte dağlarda çıkan çeşitli bitkiler, kadınlar tarafından toplanır. Bu bitkilerden bazıları karışım yapılarak bazıları da haşlanılarak tüketilir. Dağlarda yetişen bu otların insanlar tarafından aş olarak tüketilmesi her ne kadar bilinçli bir şifa kaynağı olmasa da kanaatimize göre insanların bu şekilde yaşaması tamamen doğal yollardan beslenmeleri, onlara farkında olmadan bir kuruma sağlamış. Onlara şifa olmuştur.
Aladdin Köyü’nün dağlarında ve yaylalarında yetişen ve halk tarafından gerek aş gerekse şifa niyetinde kullanılan otları şöyle sıralayabiliriz
2.3.3.1.ATILGE: Kişinin rengi sarardığında şişme olunca(el avuçların şişmesi)bu bitki kullanılır. Bitkilerin köklerinden faydalanılırdı. Kökler dövülüp kaynatılırdı. Kaynadıktan sonra suyu içilirdi. Kaynayan kökler ise şişen el-avuç gibi yerlere de katılırdı. Bu kökler sabaha kadar şiş olan yerin üzerinde bekletilir.(K12,K149
2.3.3.2.CEVİZ KABUĞU: Ceviz kabuğu kesik yaralar için kullanırdı. Yaraya, kabuğun suyu sıkılır veya bu ceviz kabuğu kırılır yaranın üstüne sürülür. Ceviz kabuğu dövülerek yaranın üstüne katılır ve sonra bir bezle yaranın üstüne bağlanır.(K5)
2.3.3.3.ALKURİK: Karların erimesiyle karların altından çıkardı. Bu bitkinin yaprakları tüketilmez, kopartılıp atılırdı. Bitkinin geri kalan kısmı kaynatılır ve sonra yağda kızartılıp çökelek ilave edilerek tüketilirdi.(K3,K5,K12)
2.3.3.4.MENDEY: Baharda karların erimesiyle yetişen bir bitkidir. Bu bitki doğranarak haşlanırdı. Daha sonra yağda çökelekle beraber hafif kızartılır, tüketilirdi.(K3,K5,K12)
2.3.3.5.DELĞAZ: Bu bitki baharda yetişir. Bunun içindeki zarı çıkarılır ve geri kalan kısmı doğranarak haşlanır ve yağ ile çökelekle birlikte kızartılıp tüketilir.(K3,K5,K12)
2.3.3.6.HELİNG: Bu bitki de bahar aylarında yetişir. Delgaz, Mendey, Alkurik gibi bitkilerle aynı şekilde tüketilir.(K3,K5,K12)
2.3.3.7.REBİS(IŞKIN): Bu bitki de diğer otlar gibi tüketilir. Ayrıca çiçeği çorbada baharat olarak kullanılır.(K11)
2.3.3.8.KOP: Işkın türüdür. Daha iri bir yapısı vardır. Bu da aynı şekilde tüketilir.(K11)
2.3.3.9.TIRŞING: Kalp hastalığına iyi gelir. Baharda yetişen bir bitkidir, diğer bitkiler gibi tüketilir.(K6,K11,K12)
2.3.3.10.ARBÜT(YONCA): İlk yetiştiği dönemde taze olarak koparılır ve diğer bitkiler gibi tüketilir.(K3,K5,K12)
2.3.3.11.GERZINIK(ISIRGAN OTU): Pek çok hastalığa iyi geldiğine inanılır. Bu bitkiler diğer bitkiler gibi tüketilir. Ayrıca bu bitki kaynatılıp suyu içilir.(K3,K6,K11,)
2.3.3.12.GELZUN: Hayvan derisinden yapılan yayıkta, yağı arttırmak için kullanılır. Bu bitki yağa katılır.(K3,K4,K5)
2.3.3.13.PARPAR: Genellikle tarla kenarlarında ya da bostanda yetişir. Bu da pişirilir ve yemek olarak tüketilir.(K5,K9)
2.3.3.14.SİNG(MANTAR): Suda haşlanıp sıkılırdı daha sonra soğan ilave edilerek hafif kızartılıp tüketilirdi. Ceviz ağaçları ve kavak ağaçlarının altında yetişen mantarlar tüketilirken diğer ağaçların altında yetişen mantarlar tüketilmez. Bunlar zehirlenmeye neden olur.(K3,K5)
2.3.3.15.SİNG KELKAR: Göze beyaz perde geldiğinde öğütülüp üç gün boyunca o gözün üzerine konulur. Bitki deyince de perde kalkardı.(K3,14)
2.3.3.16.DAĞÇAYI: Dağın yüksek yerlerinde yetişen bir bitkidir. Belirli bir olgunluğa eriştikten sonra toplanıp kurutulur. Çaya hoş bir koku ve iyi bir tat versin diye demliğe konulur.(K6,K11)
2.3.3.17.SILK(ŞEKER PANCARI): Küspesiyle yemek yapılırdı. Pancarlar bir kuyuya koyulur, üstü korunaklı bir şekilde korunur. Kışın çıkarılır haşlanarak tüketilirdi.(K3,K5)
2.3.3.18.NAŞİNG: İnce bir çiçektir, çaya katılarak içilir. Dağda yetişir. Temizlendikten sonra taze çökelekle karıştırılıp kışın tüketilmek üzere kaldırılır. (otlu peynir gibi)Bu bitkinin diğer bir özelliği de güzel koku vermesidir. Suda kaynatılıp ayrıştırılır ve katı bir duruma getirilir. Güzel bezle bu suya katılarak muska şeklinde katlanıp genellikle boyna takılır, çevreye hoş bir koku verir.(K5,K12)
2.3.3.19.DEFNE AĞACININ YAPRAĞI: Kaynatılıp suyu içilir. Bunun bronşit, damar tıkanıklığı, karın ağrısı, kan dolaşımı gibi durumlara iyi geldiği söylenir. Sonuç olarak Aladdin Köyü’nde insanlar bitkilerin hangi hastalıklara iyi geldiğini bilmedikleri halde doğal yollardan bu bitkileri tükettikleri için onlara doğal bir koruma sağlamıştır. Yaşlılarımızda şöyle bir inanç vardır; baharın gelmesiyle birlikte hayvanlar otlatılmaya çıkarılır, bu dönem şifalı otların yetiştiği dönemdir. Hayvanlar bu şifalı otlardan yerler özellikle keçiler bu otlardan yedikleri için insanlar da bu hayvanların sütünü tükettiklerinden dolayı şifalı otların etkisi kendilerine geçer. Özellikle baharın ilk günlerinde aç karınla bir bardak süt içerler bu sütün kendilerine şifa getirdiğine inanırlar.(K5,K11,K12)
2.3.4.HALK VETERİNERLİĞİ(HAYVAN SAĞALTMA)
Köyün en önemli geçim kaynağı hayvancılıktır. Tarımın sürdürülmesi çift sürme, yük taşıma, yolculuk vb işlerde hayvanlar önemli bir yer tutar.
Köyün en önemli besin ve gelir kaynaklarını küçükbaş hayvanlar ve kümes hayvanları oluşturur. Bu hayvanların bakımı, sağaltımı ve güvenliği köylüler için son derece önemlidir. Özellikle maddi yetersizlikler, veteriner hekimin yokluğu nedeniyle bu tür hayvanların bakımı ve sağaltımı halkın kendi olanakları ve imkânları çerçevesinde çözüme kavuşturulur. Halk, bu yöntemleri atalarından öğrenerek uzun bir zaman dilimi çerçevesinde bir tecrübe brikimi yaratmıştır. Bu tür hastalık tanısı, bakımı ve sağaltma işi geçmişten atalardan öğrenilen bir yöntem olduğu için buna halk veterinerliği denilmektedir.
Çeşitli tedavi yöntemleri
· Hayvanların bitlenme, uyuz olma gibi durumlarda uygulanan pratikler:
· Büyük bir kazanın içine su konulur, bu su iyice kaynatıldıktan sonra içine uyuz giderici ilaç konulurdu. Daha sonra keçi koyun vb. küçükbaş hayvanlar tek tek bu kazanın içindeki suya batırılırdı.(K3,K6)
· Hayvanın üşütme, sancı, durguluk döneminde uygulanan pratikler
· Bir hayvan eğer çok durgun bitkin bir şekilde duruyorsa bu hayvanın “kan aldığına” inanılır bunun tedavisi büyük baş ve küçükbaş hayvanlarda farklıdır.(K5,K6)
· Küçükbaş hayvanlarda, hayvanların kulağı ucundan kesilir ve kanatılırdı.(K3,K12)
· Büyükbaş hayvanlarda: İnek ve öküzlerin burunlarına “reşta” adı verilen ucu çengel şeklinde olan bir iğneden oluşan alet sokulur ve bu havyaların burnu kanatılır.(K3,K6,K12,K14)
· Eşekler aynı şekilde durgun ve bitkin bir hal aldıklarında hastalanmış bir izlenim verdiklerinde herhangi bir şey kaynatılır, onun buharını eşeğin burnuna tutarlardı böylece iyileşirdi.(K3,K6,K12,K14)
· İlkbaharda özellikle büyükbaş hayvanlar otlatılırken taze otların içinde bazen zehirli, zararlı otlar da olurdu. Hayvan, bu otları yedikten sonra ağzı köpüklenir kulakları düşer, çok halsiz bir vaziyet alırdı. Bu noktada hayvan uzun bir süre koşturulur. Bu koşturma devam ettirilir. Ne zaman bu hayvan amel olur ve bu zehirli otları bir şekilde dışarı attığında o zaman koşturma işlemi biter, hayvan da kendine gelirdi.(K6,K12)
· Atların gözlerine perde indiği zaman hayvanın gözleri kararır yere düşer. Köyde bunun tedavisini atalardan öğrenmiş insanlar vardır. Bu insanlardan biri çağrılır atın gözüne inen perde kesilir. Eğer o perde kesilmez ise hayvanın öleceğine kesin gözle bakılır.(K6,K14)
· Hayvanların karınlarının şişmesi durumunda hayvan rahatsızlığını belirtmek için meler, anırır. Bu durumda da hayvanın ağzına ekşimiş ayran verilir, hayvan bu ayranı içtikten sonra rahatlar.(K6,K14)
· İlkbaharda yeni oğlakları otlamaya ilk bıraktıkları zaman dikenli otları da yedikleri için ağızları yara olurdu, bunu engellemek için hayvanların ağzına tuzlu su verilirdi ve bu tuzlu su ağız ve dudaklarının yaralanmasını engelliyordu.(K3,K6,K12)
2.3.5.AVCILIK
Avcılık faaliyeti kış aylarında gençlerin ve büyüklerin büyük bir zevkle yaptıkları önemli bir eğlence faaliyetidir. Ancak bilinçsiz avlanma, av hayvanlarını tehdit etmektedir. Özellikle son yıllarda otomatik tüfeklerin çoğalması bunda etkili olmuştur. Köyde kara avı ve balık avı olmak üzere iki çeşit av yapılır.
Kara Avı: Köyde avı yapılan hayvanlar tavşan, tilki, keklik, sincap, domuz, ayı, kurt ve yaban keçisidir.
Tavşan Avı: Etinden ve derisinden faydalanmak için avlanır.
Tilki Avı: Hem etinden ve derisinden faydalanmak için hem de hayvanlara zarar verdiği için avlanır.
Keklik Avı: Etinden faydalanmak için avlanır.
Sincap Avı: Etinden ve derisinden faydalanmak için avlanır.
Ayı Avı: Derisinden faydalanmak için ve ürünler ile insanlara zarar verdiği için avlanır.
Domuz Avı: Ürünlere ve hayvanlara zarar verdiği için avlanır.
Kurt Avı: Derisinden faydalanmak için ve hayvanlara zarar verdiği için avlanır.
Yaban Keçisi Avı: Etinden faydalanmak için avlanırdı. Fakat bölgede nesli tükenmiştir.
Tavşan kışın karda izi takip edilerek avlanır. Keklik ise avcılar kafeste besledikleri dişi kekliği dağda bir yere bırakıp o kekliği öttürürler diğer keklikler bu sese gelirler ava yatan avcılar gelen keklikleri avlarlar.
Domuz ve kurdu yakalamak için belli geçiş yerlerine tuzaklar yerleştirilir. Bu tuzakların yanına et parçaları atılır, her sabah ve her akşam tuzaklar kontrol edilir. Av faaliyeti grup şeklinde yapılmışsa elde edilen av grup üyeleri arasında paylaştırılır.(K1,K6,K10,K11,K12,K14)
Balık Avı: Köyün aşağısından geçen Fatrakom çayında Alabalık ve Sazan balıkları vardır. Köylüler zaman zaman bu çaydan olta, serpme ve suyu başka bir tarafa çevirip elle tutma gibi yöntemlerle balık avlarlar. Ancak her ne kadar yasaklansa da bölgede yanlış avlama yapılmakta, suya elektrik verilmekte ve dinamit atma suretiyle balık avlanmaktadır. Bu da yavru balıkların ölmesine sebep oluyor. Bazen de bu işi yapanları ciddi bir şekilde yaralayıp sakat bırakıyor.(K6)
2.3.6.YAYLACILIK
Aladdin Köyü üç mahalleden oluşmaktadır. Genellikle her mahallenin ayrı ayrı mezra ve yaylası vardır, fakat bunun istisnaları da vardır. Örneğin orta mahalledeki bir ailenin aşağı mahallenin mezrasında evi bulunabilirdi.
Aladdin Köyü’nün mezraları Salpoşt, Çırık, Sayrek, ve Letu’dur. Yaylaları ise; Tırşıngi, Maylu, Kur ve Sukre adlı alanlardır. Baharla beraber mezralarda yerleri olanlar mezraya giderlerdi. Yazın da yaylaya çıkarlardı. Geri kalan zamanlarını ise köyde geçirirlerdi. Aladdin Köyü’nün bu yayla ve mezraları 1990’dan beri güvenlik gerekçesiyle boşaltılmıştır.
Köylünün bir yıl içindeki döngüsel yaşantısı şöyle gelişmektedir:
İlkbaharın ikinci ayının başında mezraya gidilir, yazın başına kadar orada kalınırdı. Bu mezraların görüntü ve yaşantısı aynı köy yaşantısı niteliğindedir. Gerek evler gerek tarlalar buradaki uğraşlar köydekinin aynısıydı. Köylüler ilkbahar dönemini burada geçirirken buradaki tarlalarını sürerlerdi. Buranın ormanlık alanlarının çok olması ve hayvanların otlatılması için uygun bir yer olması, köylüler için buralar vazgeçilmez bir yer olmuştur. Köylüler özellikle bu dönemde önemli bir miktarda yağ ve çökelek biriktirip satarlardı. Bu gelirle ailenin bütçesine önemli bir katkı sağlanırdı. İlkbaharın sonlarına doğru köylüler mezradan köye dönmeye başlarlardı. Yaklaşık yirmi gün köyde kaldıktan sonra bu defa Akdağın eteklerinde bunan yaylalarına giderlerdir. Örneğin köylülerin Tırşıngi yaylasında geçirdikleri bir yayla dönemi şöyle gelişir. Bu yayla dönemi temmuz ve ağustos aylarındaki yaklaşık kırk beş günlük bir zaman dilimini kapsardı. Bu dönem, buradaki karların erimesiyle ortaya çıkan otların en yoğun olduğu bir dönemdir. Yayla, dağın zirvesine yakın bir yerde, dağın güney yamacında yan yana oluşturulan kümbetlerden oluşurdu. Ortada bir pınar vardı. Gerek hayvanların gerekse de insanların su ihtiyacı bu pınardan karşılanırdı.
Yaylaya çıkma dönemi köyde genellikle dutların çıktığı döneme denk gelirdi. Köylüler bir bakıma dutlarını korumak için bütün hayvanlarını köy dışına yani yaylaya çıkarırlardı. Çift sürmek için sadece öküzler götürülmezdi.
Temmuz ve ağustos aylarında köylüler dutlarını toplayıp kaynatarak pekmez yapar ve satarlardı. Böylece buradan da önemli bir gelir elde ederlerdi.
Yaylaya genellikler kadınlar ve çocuklar çıkardı. Erkekler ise köyde kalarak köydeki işlerle uğraşırlardı. Örneğin tarla sulama, çift sürme gibi işleri yaparlardı. Köyde işi olmayan erkekler de yaylaya giderlerdi, işi olduğunda ise köye dönerlerdi.
Yaylada hayvanları otlatmak için sıra yapılırdı. Sırası gelen, hayvanların hepsini otlatmaya götürürdü. Büyükbaş hayvanlar için ayrı küçükbaş hayvanlar için ayrı nöbet sıraları oluşturulurdu. Hayvanlar kümbetlerin yanına getirilmezdi, başka bir alanda bekletilirdi. Nöbet sırası gelen kişi hayvanların yanında nöbet beklerdi. Kadınlar, hayvanların bekletildiği bu yere giderek hayvanlarını burada sağarlardı. Yaylada kadınların bir gün şöyle geçerdi:
Kadınlar sabah erkenden kalkar hayvanları sağardı. Sonra malzemelerini alarak bölgedeki gür ormanlık alanda odun toplamaya giderlerdi. Odunları topladıktan sonra sırtlarında taşıyarak kümbetlerin yanına getirirlerdi. Bazı kadınların bu işlemi iki sefer yaptıkları olurdu. Sonra kahvaltılarını yaparlardı. Bu arada hayvanlar otlatılmaya o gün sırası gelen çoban tarafından götürülürdü. Kadınlar hayvanlardan sağdıkları sütleri mayalayıp kaldırır, yoğurtları da meşk dedikleri yayıklara doldurup sallayarak yağ ve ayran elde ederler. Buradan önemli bir oranda yağ ve çökelek elde edilirdi. Öğlen ortasında hayvanlar otlatılmaktan getirildiklerinde tekrar sağılma işlemi yapılırdı. Burada topladıkları odun ile elde ettikleri yağ ve çökelek gibi eşyaları yükleyip köye giderlerdi. Binek hayvanları olan eşyalarını hayvanlarına, hayvanı olmayanlar ise sırtında taşıyarak köye gelirlerdi. Köye geldiklerinde hamur yoğurup mayalamaya bırakılardı. Bu arada da kimisi tarlaya gidip ot toplar kimisi dut toplardı. Bu işleri hallettikten sonra ekmeklerini pişirirlerdi. Köyde kalan varsa onlar için yemek pişirirlerdi. Köyde kalanlar için ekmek ve yemek ayırdıktan sonra ekmeğin geri kalanını ve çocuklar için dut ve yaylada kendilerine lazım olacak malzemeyi de yanlarına alıp tekrar yaylaya dönerlerdi. Yaylaya varma zamanları akşam üzeridir. Keçiler sağılır, oradakiler için yemek yapılır. Yemek yendikten sonra yorgun oldukları için yatılırdı. Yatmayanlar ise kümbetlerin ortasında toplanıp sohbet ederlerdi. Yaylada kadınların bir günü genellikle böyle zahmetli bir şekilde geçerdi. Bu yaylalarda aşağı yukarı kırk gün kalınırdı.(K3,K6)
2.3.7.HALK TAKVİMİ VE HALK METEOROLOJİSİ
Yörenin genelinde var olan takvimsel ve meteorolojik inanmalar Aladdin Köyü’nde ciddi kabul görür. Köy insanının temel geçim kaynağının hayvancılık ve tarım olması nedeniyle köylüler, iklim şartlarını düşünüp ona göre tedbir almaya çalışırlar. Uzun yılların tecrübesiyle hava tahminleri üzerinde genellikle doğru sonuçlara ulaşmışlardır. Bunlar, genellikle atalarından öğrendikleri bilgiler ve kendi hayatlarından belli çıkarımlar sonucu ulaştıkları tahminlerdir.
Bugün halen halk arasında geçerli olan bazı takvimsel ve meteorolojik durumlar şöyledir:
· Armut ve elma ağaçları çok çiçek açarsa o yıl çok kar yağar.(K3)
· Geceleri hava bulutlu olup içinde kırmızılık varsa yağış olmaz.(K5)
· Bulutlar doğuya doğru kayarsa hava güneşli olur, batıya kayarsa yağış olur.(K9)
· Kuşlar sürü halinde ağaçların tepesine konarsa o yıl kışın erken geleceğine ve şiddetli geçeceğine inanılır.(K3,K9)
· Güneş ve ay tutulmalarında ezan okunur ve iki rekât namaz kılınır.(K3,K5,K9,K12)
· Karga kapıda öterse uğursuzluk getireceğine inanılır.(K5,K9)
· Hava çok sıcaklaşıp da bunaltıcı bir hal alırsa yağmur beklenir.(K5,12)
· Kış çok sert geçerse yaz çok kurak olur.(K3,K9)
· Cuma günleri çamaşır yıkanmaz.(K9)
· Pazar günleri tırnak kesmek insanın rızkını artırır.(K9,K12)
· Çarşamba günü tırnak kesen insan hastalığından kurtulur.(K9)
· Şiddetli gök gürültüsüyle kara bulutlar oluştuğu zaman yağış, dolu ya da yağmur şeklinde yüksek kesimlere düşer.(K3,K5,K14)
· Göğün ortasının açılarak bulutların dağlar üzerinde kümelenmeleri yağış var, demektir.(K5)
· Hava hafif bulutlu da olsa arıların kovanlarına çekilmeleri havanın bozulacağına işarettir.(K3,K9)
· Çift öküzlerinin tarlada burunlarını havaya dikerek havayı koklamaları yağışın geleceğine işarettir.(K12,K14)
· Hava normal güneşli de olsa kaplumbağaların yere gömülmeye çalışmaları havanın bozulacağına işarettir.(K3,K9,K14)
· Karınca, kedi ve köpeklerin hareketlerinden hava tahminleri yapılır.(K3,K9)
· Ayakların normal olmayan bir durumda üşümesi kar ve soğuk belirtisidir.(K6)
· Kedinin ocağın ve sobanın yakınına sokulmasından kar ve soğuk beklenir.(K6)
· Meşe ağaçlarının çok palamut tutması kışın sert geçeceğini gösterir.(K12,K14)
· Hayvanların aç gözlülük etmeleri, karıncaların hızlı çalışmaları kışın sert geçeceğini gösterir.(K3,K5,K12,K14)
· Göçmen kuşlarının bölgeden erken ayrılmaları kışın sert geçeceğini gösterir.(K5,K9,K12)
· Ağaçların yapraklarını zamansız dökmeleri kışın şiddetli olacağını gösterir.(K12)
· Aynı şartlarda iki kış peş peşe olmaz.(K3)
· Eşeğin kış ortasında anırması baharın erken geleceğini müjdeler.(K12)
· Göçmen kuşların erken dönmeye başlaması baharın erken geleceğini müjdeler.(K3,K5,K9)
· Kışın ilk aylarının zorlu geçmesi baharın erken geleceğini müjdeler.(K5,K9)
· Karların bitlenmesi baharın erken geleceğini müjdeler.(K12)
2.3.7.1.AYLARIN İSİMLERİ VE ANLAMLARI (NAMÊ AŞMAN)
Ocak: Çile (Kûnin´a mîyanîn) - Aşmê kérdekûna: Borçlu aydır (bir buçuk günü şubattan borç alıyor. Onun için Şubat 28 gün kalıyor.)
Şubat: Sibat - gûrnawa Pisîng ûna (çilpêçaya): Kedilerin aşk ayıdır.
Mart: Adar edelnena: Durdurur. (kar, soğuk, tipi durdurur)
Nisan: Nîsûn nasalnena: Durular. (Kar ve yağmur sularını durular)
Mayıs: Gûlan xemelnena: Düzenler. Renk renk çiçekler ve desen desen ekinlerle yeniden düzenler.
Haziran: Hezîrûn çing-çinga vaştrîyûna: Orakların çınlama sesleridir.(Ekinleri biçme dönemidir)
Temmuz: Temmûz pistê riskûna: Rızıkların paylaşımıdır.(Hasatların yapıldığı, zahirenin toplandığı aydır)
Ağustos: Tebağe kili kilê keşkûna: Kazan kaynatır.(Bulgur ve keşk- ayranda buğdayı kaynatıp kuruturlar kışlık yiyecek için)
Eylül Êylule dareyê velgona: Yaprak kestirir.(Kışın davarlara yedirilmek için meşe yaprağının kesildiği aydır)
Ekim: Oktubre aşmé mehserona: Bağ bozumudur.(Üzümlerin koparılıp pekmez yapıldığı aydır)
Kasım: Teşrîne sirsê citûna: Çift sürümüdür.(Ekinlerin ekildiği aydır)
Aralık: Kanûn (Kûnin a verîn) (K9,K15)
2.3.8. HALK İNANIŞLARI
· Yoğurt, keçi derisinden yapılan yayıklarda ayran yapılır. Eğer dana derisinden yayık yapılır ve ondan ayran yapılırsa hayvanların sütünün azalacağına inanılır.(K3,K10)
· Hangi kadın sabah erkenden pınara-çeşmeye gidip su getirirse yayığından çıkacak olan yağın çok olacağına inanır.(K3,K4,K5,K10)
· Yılbaşı gecesi evde ceviz kırılmaz. Eğer kırılırsa o sene doğacak olan oğlak ve keçilerin sakat doğacağına inanılır.(K6,K12)
· Geceleri sakız çiğneyenin ölü eti çiğnediğine inanılır.(K3,K4,K5,K9,K12)
· Akşamları evi süpürmek bereket kaçırır.(K3,K5,K9)
· Geceleyin aynaya bakmak uğursuzluk getirir.(K9)
· Islık çalmakla şeytan çağrıldığına inanılır.(K1,K5,K14)
· Kulağı çınlayan kişinin başkası tarafından anıldığına inanılır.(K12,K14)
· Gün batımından sonra tırnak kesmek uğursuzluk getirir.(K3,K5)
· Pazar günleri tırnak kesmek insanın rızkını artırır.(K9)
· Çarşamba günü tırnak kesen insan hastalığından kurtulur.(K9)
· Birkaç çocuğu küçük yaşta ölen aileler daha sonra doğan çocuğun da ölmemesi için onu yedi yaşına gelene kadar sahiplenmezler. Çocuğu yakın bir akrabaya verirler çocuğun bütün ihtiyaçları bu akraba tarafından karşılanır. Çocuk yedi yaşına gelinceye kadar saçı da kesilmez.(K3,K5)
· Köpeklerin ulaması uğursuzluk getirir.(K1,K5,K9,K14)
· Cuma günleri yaş odun kesilmez, ekin biçilmez.(K12)
· Kesilen tırnaklar toprağa gömülür.(K9)
· Karga kapıda öterse uğursuzluk getirir.(K9)
· Nişan yüzüklerinden koparılan bir parça kurdelenin kısmet açacağına inanılır.(K6,K9)
· Düğünde damadın ve gelinin başının üstüne atılan para veya şekerden almak uğur sayılır.(K6,K9)
· Değirmenden gelen unla yapılan ekmeği yiyen ilk kişinin eşi ölür.(K5,K9)
· Ölünün yıkandığı evde üç gün ışık yanar.(K3,K9)
· Bir ölü gömüldükten sonra ruhu yedi gün evini ziyaret eder.(K12,K14)
· Kına gecesinde çıkarılan duvak, kısmeti kapalı olduğuna inanılan kızın başına takılır.(K4)
· Ateşe tükürmek, tırnak atmak, su dökmek uğursuzluk getirir.(K5,K9)
· Ateşi söndürmek için su dökülmez, toprakla örtülür.(K5,K9)
· Akşam kapının önü süpürülmez.(K5)
· Ekmek kırıntılarını yerlere atmak, ayakla çiğnemek evin bereketini kaçırır.(K3,K4)
· Bıçakla ekmek kesilmez, evin bereketi kaçar.(K9)
· İki bayram arasında nikâh kıyılmaz.(K12,K14)
· Tahtaya üç kez vurmak nazarı karşılamak, engellemektir.(K1,K9,K11)
· Muska, nazardan ve kem gözlerden korur.(K3,K5,K9,K12,K14)
· Bir şey dikerken iğne kırılırsa şans getirir.(K9)
· Diş düşürülünce o diş kimsenin göremeyeceği bir yere saklanmalı ya da gömülmelidir.(K5,K9)
· Parmakların çatırdaması iyidir, insanın sağlıklı olduğuna inanılır.(K9)
· Tokalaşırken ya da birisine bir şey verirken sağ el kullanılmalıdır. Sol el uğursuzluk getirir.(K3,K5,K9,12)
2.3.8.1.DARE TEYER (DARDAĞAN AĞACI) NAZAR İLE İLGİLİ
İnanışa göre şubat ayının son üç günü ile mart ayının ilk üç günü içerisinde bu ağacın kesilen dallarından ‘zipey’ denilen nazar boncukları yapılırdı. Bu kesilen dallardan tespih tanesi büyüklüğünde parçalar oluşturulur, bunların içi ip geçecek şekilde delinir ve oradan ip geçirilerek nazar boncuğu olarak takılırdı. Kimi insanlar ise bu nazarlık ağaçtan bir parça kesip onu evine, ahırına ve ya hayvanlarından en iyisine takardı. Böylece herhangi bir nazara karşı kendilerini güvende hissederlerdi. Rivayete göre nazarlık parça alınacak ağaç, horoz sesinin duyulmadığı uzak bir yerde olmalı ki bu nazara karşı daha etkili olsun.
Dardağan Ağacı’nın (Dare Teyer) nazara karşı etkili olduğuyla ilgili köyde bilinen bir hikâye şöyle gelişir:
Komşu köylerden birinde bir adam varmış, bu adamın nazarcı, kem gözlü olduğu, kimi isterse gözleriyle onu nazar edebileceğine inanılırmış. Bu adam gözleriyle hem insanları hem de hayvanları nazar edebilirmiş. Bir gün bu adam, köylüler ile beraber köy meydanında oturmuş sohbet ederken, bir köylü, atına bir yük bindirmiş karşılarından geçiyormuş. Bu nazarcı adam köylülere ‘ben şimdi istersem bu atı yüküyle beraber yere devirebilirim’ demiş. Köylüler başta buna inanmamışlar, sen bunu yapamazsın, demişler. Adam yaparım demiş ve adam ile köylüler ideaya girmişler. Adam başlamış ata bakmaya, belli bir süre bakmış, herhangi bir değişiklik olmamış atta. At yaklaşmış gelmiş geçmiş önlerinden. Ancak herhangi bir şey olmamış. Köylüler adama sormuşlar hani atı devirecektin, neden yapamadın ideayı kaybettin demişler. Adam da, gidin atın üzerindeki o yükü bağlayan kendırın ucundaki çengele bakın, işte o çengel teyer’den yapılmıştır. Onun için nazar işlemedi. Köylüler gidip o çengele bakmışlar, gerçekten de o çengel bu nazarlık ağacın dalından yapılmış. Böylece köylüler ideayı kaybetmiş ve herkes artık o adamın gerçekten nazarcı biri olduğuna inanmış.(K6)
2.3.9.HALK MİMARİSİ
Eski köy evleri taş, ağaç, çivi, toprak–çamur gibi araç gereçlerle yapılırdı. Taş, uğraşılarak ve özenilerek şekil verildikten sonra duvar yapımında kullanılır. Taş duvarlar 60–70 cm genişliğinde yapılır. Duvar her 50–60 cm yükseldikçe bir kuşak atılır. Beş altı kuşak ile iki katlı evin yüksekliği tamamlanmış olur. Kuşakların aralığı duvarların daha sağlam olmasını sağlar. Duvarlar bittikten sonra evin üstüne kırk elli santimetre aralıklarla düzgün yontulmuş kalın ve düz ağaçlar atılır. Bunların üstüne sırasıyla tahta ya da mertek, talaş ve toprak serpilir. Toprak, taştan yapılmış silindir biçimli ‘balginda’ denilen loğ ile bastırılır.
Eski evler daha doğal ve taş yapılardır. Tarım ve hayvancılık temel geçim kaynağı olduğu için evler de bunlara göre hazırlanmıştır. Köyde evler iki katlı olarak yapılır. Alt kat ahır, samanlık, odunluk şeklinde; üst kat ise oturmalık olarak yapılmıştır. Duvarların kalın olması, alt katın ahır olarak kullanılması aileyi uzun geçen şiddetli kış soğuklarından korur. Alt katın pencereleri küçük, üst katın pencereleri büyük bırakılır. Pencereler, duvarlar kalın olduğu için iç tarafta geniş dış tarafta dar yapılır genellikle üst kat pencerelerinin yüksekliği yüz elli santim genişliği ise yetmiş beş santim olur. Odalar genellikle beşe-dört ölçüsünde düşünülür. En büyük oda misafirler için yapılır. Yataklık, banyo ve ambarın bulunduğu mutfakta bunlar için ayrı ayrı bölümler oluşturulur. Köyde hemen hemen bütün evlerin girişlerinde bir balkon yapılır. Bu balkonların bir köşesine yazın ekmek pişirmek için ocak yapılır. Yazın genellikle balkonda oturulur ve burada yatılır. Kışın ise ekmek, mutfaktaki ocakta pişirilir ve odalarda yatılır. Eski evlerin üstü düz ve toprak olduğu için kar yağdığında önce damdan kar atılır sonra balginda(loğ) ile evin üstü gezdirilir. Yağmur yağdığı zaman dam akmasın diye üzeri balginda ile yuvarlanır.
Bugün yeni yapılan evlerin çatısı ise sac-çinkoludur. Kullanılan malzeme ise tuğla, beton, demir vb.dir. Köyde artık yavaş yavaş eski mimari tarz terk edilmeye başlanmıştır. Ekonomik imkânları olanlar, kentlerdeki mimari tarzda ev inşa ederler. Mutfak, banyo, tuvalet bu evlerin içerisinde yapılır ve her eve su bağlanmıştır. Bu evlerin alt katları da artık ahır olarak kullanılmamaktadır.
Sandık: Önemli bir ev eşyasıdır. Aileye her yeni katılan gelin, çeyiz olarak beraberinde bir sandık getirir. Gelin, yeni geldiği zaman sandığı kilitli olur. Ancak zamanla ısınan aile ortamında kilide gerek duyulmaz. Her evli kadının kendine ait bir sandığı vardır. Herkesin sandığı kendi odasında olur ve üstünde motiflerle süslü bir örtü bulunur. Şimdiki evlerde sandığın yerini kısmen gar dolap almıştır.(K5)
Ambar: Köyde ambar en önemli ev eşyasıdır. Uzun kış aylarında yolların kapandığı köyde, ambar bulundurmak bir zorunluluktur. Ambar, ceviz ve kavak tahtalarından işlemeli olarak yaptırılır. Göz sayısı ve büyüklüğü ailenin hububat durumuna göre değişir. Ambarın gözlerine un ve öğütülmemiş hububat çeşitleri doldurulur. Geçimi tarım ve hayvancılığa dayanan ailelerden kap-kacak, ev eşyaları arsında önemli bir yer tutar. Büyük bakır kazanlar her aile için çok önemlidir. Çamaşır yıkamada, bulgur, süt, ayran ve konserve kaynatmalarda kazanlar ayrı ayrı büyüklükte ve tipte olur. Çeşmeden su taşımak için kulpu desenli ve gövdesi değişik renklerden süslü bakır kovanlar kullanılır. Karavanalar, ibrikler, leğenler, çaydanlıklar, tencereler, tepsiler diğer önemli kap kaçaklardır. Bakır olanları iki yılda bir kalaylanır.(K12)
2.4.GÖSTERİ SANATLARI
2.4.1.OYUNLAR
2.4.1.1.HALKIN DÜĞÜN VE KUTLAMALARDAKİ OYUNLARI
2.4.1.1.1.GOVEND(HALAY): Bayram, düğün gibi özel günlerin dışında, baharın gelişinde, birlikte yapılan işlerde, gençlerin eğlenmek istedikleri durumlarda govend yani halay çekilir. Halaysız şenlikler ve kutlamalar düşünülemez. Davul ve zurnanın çalındığı an gençlerin yerinde durması mümkün değildir. Halay çekmeyi genellikle yörede bilmeyen kadın ve erkek yoktur. Halay çekmede uzmanlaşmış ve bu alanda yeni ürünler yaratan kişiler de vardır. Bu gibi kişiler düğünlere özellikle davet edilir. Halaysız düğün-bayram ve şenlik olmaz. Davul ve zurnanın olmadığı düğün ve bayramlara “ölü merasimi gibi düğün, ölü merasimi gibi bayram” yakıştırması yapılır. Davul zurnasız gibi durumlarda şarkı söylenerek de havasına uygun halay tutulur. Şarkı söylenerek tutulan halaylarda halay başından sonuna doğru aynı sözleri ikişer üçer kişi birlikte tekrarlar. Genel olarak kadın erkek karışık halay çekilir. Halaya en güzel elbiselerle durulur.
Halayda ön planda canlılık ve yiğitlik vardır. Her halay oyununda ayakların hareketleri ileri geri gitme durumları başka başkadır. Kimi oyunlarda, oyuncular omuz omuza gelir. Bu durumda kollar arkada parmaklar birbirlerine geçirilir. Avuç içleri yapışık olur. Kimi halay çeşidinde de kollar omuza atılır. Kimilerinde bele dolanır bacakların daha geniş açıldığı, adımların daha büyük atıldığı oyunlarda ise oyuncular birbirlerine serçe parmağıyla bağlıdırlar. Oyunlardaki figürler yiğitlik gösterisi ve doğa olaylarının tasviridir. Oyunlardaki esas hareket ayaklarda, bacaklarda ve diz kapaklarındadır. Sırf ayakların maharetli kullanılması için oynanılan oyunlar olduğu gibi dizlerin iyice bükülmesi için oynanan oyunlar da vardır.(K6,K7)
2.4.1.1.2.KARTAL OYUNU: Yörede en çok sevilen ve oynanan bir oyundur. Oyunda sergilenen, aç kartalların hareketleridir. Bundan hareketle insanın yaşam mücadelesi çeşitli hamle ve figürlerle dile getirilir.
Kartalı temsil eden ve ağzında şişirilmiş koyun postu olan başoyuncu müzik eşliğinde oyun alanına girer. Ağzındaki koyun postunu alana bırakarak ellerinde mendil, kollarını yana açarak çeşitli kartal hareketleri yapar. Ardından diğer oyuncular da ellerinde mendillerle kollarını yana açıp kanat gibi çırparak oyun alanına tek sıra halinde girerler. Dizlerini büküp çeşitli kartal hareketleri yapıp koyun leşinin etrafında çember oluştururlar. Oyuncular sıra ile leşi kapmak için biri leşe yaklaşırken, leşin yanındaki kanat çırpıp kaçar. Daha sonra bir parça et koparmak için oyuncular arasında mücadele başlar. Bütün oyuncular pay almak için leşin etrafında toplandığı bir anda en güçlü kartal heybetle orta yere hamle yapar. Diğer oyuncular dağılır, ancak en güçlü kartalın tek başına leşe konmasına dayanamayan diğer kartallar birleşerek hep birden ona saldırırlar. Leşi aralarına alarak havaya kaldırırlar, böylece oyun da biter.
Yörede insanların temel geçim kaynağını hayvancılık teşkil eder. Hayvancılık denilince bir yandan da yaylacılık ve çobanlık akla gelir. Yaylalarda, dağ başlarında kimi aylarda hayvanların kurda kuşa kaptırılmadığı gün olmaz. Kurt bir koyun ya da keçiyi kaptığı an, sert kayalıklarda bulunan kartallar kokusunu alıp havalanırlardı. Kartallar, kurdun kaptığı hayvanı bulup nasiplerini alırlardı. Ancak kartallar bir değil on değil bazen gökte siyah bir bulutu andırırlardı. Leş üzerinde kartallar arasında şiddetli bir mücadele başlardı. Biri iner biri kalkar, kapışma saatlerce sürerdi. En çok payı güçlü olan kapardı. Doğa ile iç içe yaşayan kartalların kursaklarını doldurmak için leş üzerinde yaptıkları hareketleri taklit yoluyla figürleştirerek zamanla oyunlaştırmışlardır.
Aynı şekilde rivayet edilir ki evvel zaman içinde dilsiz bir çoban varmış. Çoban ile yanında çalıştığı ağası, sürünün içinde çok sevdikleri bir kara kuzu varmış. Yine çoban bir gün sürüsünü yabanda otlatırken bir kartal, kara kuzuyu kaptığı gibi dağın doruğuna uçurmuş. Çoban hemen tırmana tırmana dağın doruğunu çıkmış. Kartalların kara kuzuyu yerken birbirleriyle kapışmalarını gözüyle görmüş. Akşam sürüyü köye getirdiğinde ağa ortalıkta olmayan kara kuzuyu sormuş. Çoban konuşamadığı için el ve kol hareketleriyle kara kuzuyu kartalların yediğini anlatmaya çalışmış. Ağa ve köylüler çobanın yaptığı kartal taklitlerinden esinlenerek ‘kartal Oyunu’nu yaratmışlardır.(K7)
2.4.1.1.3 YERİNDE OYUN: Oyuncular omuz omuza dizilirler, kollar arkada dolanır, avuçlar iç içe olmak üzere parmaklar birbirine geçirilerek kenetlenir. Dizler bir sağa bir sola kırılır, topuklar kaldırılıp sertçe yere vurulur. Ayak parmakları hafifçe yerinde oynar. Bu arada tüm vücut hareketlilik kazanır. Her diz kırpmada bir ayak boyu ilerleme sağlanır. Baş dik tutulur, başoyuncu sağ eliyle sertçe mendil sallar. Oyun ‘birlikten güç doğar’ düşüncesini sembolize eder.(K2,K10)
2.4.1.1.4.DELİLO (SEYRANE): Hikâyesi: Seyran Bingöl yöresinin güzel kızlarındandır. Akıllı, sevecen ve hareketlidir. Ona çok delikanlı gönül kaptırmış o ise kimseye gönül kaptırmamıştır. Kendisini seven herkesle aynı mesafede durmaktadır. Ona kendisini beğendirmek için delikanlılar birbirleriyle yarışırlarmış düğünlerde bayramlarda gezilerde hep seyran konuşulurmuş. Zamanla delikanlılar seyrana olan aşklarını onun özelliklerini yansıtan bir govend oyununa dönüştürmüşlerdir.
Bu oyun yörede en fazla sevilen ve oynanan oyunlardan biridir. Kızlar ve erkekler kol kola girerek onlarca dakika seyrane’yi söyleyip oynarlar. Oyuncular serçe parmaklarıyla tutuşarak yarım halka şeklinde dizilirler. Oyun sağ ayaktan başlamak üzere dört adım ileri dört adım geri şeklinde oynanır. Gövde ve kollarda müziğin ritmine göre hareket ettirilir. Oyun önce yavaş sonra tempo tutularak hızlı oynanır.(K7)
2.4.1.1.5. EL ÇIRPMA (ÇEPİK) OYUNU: Sert figürleri olan bir oyundur. Oyunda güç, kuvvet ve üstünlük sembolize edilir. Düğünlere komşu köy ve mahallelerden de insanlar davet edilir, bu vesile ile değişik köy ve mahallelerden olan insanlar bir araya gelme olanağı bulurlar. Ancak, düğünde bu insanlar, köyleri ve mahalleleri adına birbirlerine üstünlük sağlama peşine düşerler. Üstünlük; cirit, şapka kaçırma, güreş gibi düzenlenen oyun ve yarışlara katılarak sağlanmaya çalışılır. Bu oyunlardan biri de ‘el çırpma’ yani ‘çepik’ oyunudur. Gücün, kuvvetin, sabrın derecesini bir başka şekilde ortaya koyma düşüncesi çepik oyununu doğurmuştur.
El çırpma oyunu hareketli, vurucu ve sert bir oyundur. Müzik eşliğinde oyuncular seke seke oyun alanına girerek arka arkaya dizilirler. Oyuncular üç adım oynadıktan sonra sağ ayağın topuğu yere basılır, sol ayağın sert bir şekilde yere vurulmasıyla bir anda herkes iki elin avuç içlerini birbirlerine vurur. İki-üç kez bu hareketin tekrarından sonra öndeki arkadakine döner, eşler ellerini karşılıklı sert şekilde birbirlerine çarparlar. Çarpma defalarca tekrarlandıktan sonra müzik kesilince oyuncular ilk baştaki gibi arka arkaya dizilerek oyunu bitirirler. Bu arada oyun devam ederken sertliğe ve vuruşmaya dayanamayanların sahneyi terk ettikleri görülür.(K2,K7)
2.4.1.1.6. ÇAÇAN OYUNU: Düğünlerde, eğlencelerde gençlerin en çok oynadığı oyunlardan biri de çaçan oyunudur. Bu oyunun oynanma şekli şöyledir: Oyuncular tek sıra halinde dizilerek kollar birbirine kenetlenir. Bu oyunun özel bir şarkısı vardır. Bu şarkı söylenerek ya da davul zurna eşliğinde, dizler kırılarak önce hafif bir hareketlenme sonra dizler tekrar kırılır. Çalınan müzik ya da söylenen şarkıya göre vücut tümüyle titretilip sağ ayak topuğu üç kez yeri döver, sol ayak ile öne doğru sert bir şekilde üç makas yapılarak çıkılır ve tekrar normal adımlarla ilk başa dönülür.(K2,K10)
2.4.1.1.7.BİNGÖL HALAYI: Oyunun bu adla tanınmasının nedeni il merkez çıkışlı olmasındandır. Düğün ve eğlencelerin vazgeçilmez oyunlarından biridir. Oyuncular kollarını birbirine kenetleyip tek sıra halinde dizilirler. Oyunda daha çok ayak hareketleri yapılır. Davul zurna eşliğinde dizler kırılır, davul zurna eşliğinde hafif bir kıpırdanma ile dizler tekrar kırılır, vücut tümüyle titretilir. Bu hareketler üç kez tekrarlandıktan sonra sağ ayağın topuğu üç kez yere vurulur. Sol ayak ile de kuvvetlice yer dövüldükten sonra başlangıç figürüne dönülür. Oyun bu şekilde devam eder.(K7)
2.4.1.2.BÜYÜKLERİN OYNADIĞI OYUNLAR
2.4.1.2.1.HEYL: Oyuncu sayısı sınırsızdır. Oyun, köydeki işlerin olmadığı zamanlarda gençlerin bir araya gelip sohbet ettiği, eğlendiği bir anda gelişir. Gençler sohbet ederlerken bir oyun oynama isteğinin hissedildiği anda ortamdaki gençlerden biri oradaki herhangi birisine elini değdirmek suretiyle ‘ebe’ olduğunu söyler ve diğer gençler de etrafa kaçışmaya başlarlar böylece oyun başlamış olur.
Ebe gözüne kestirdiğini, yakalayabileceğini düşündüğü kişiyi kovalamaya başlar. Etrafa kaçışan gençlerden herhangi birine elini değdirdiği zaman ‘ebelik sende’ der. Bu defa kendisi kaçmaya başlar ebeliği devralan kişi ise gözüne kestirdiği kişiyi kovalamaya başlar. Oyuncular yorulana kadar oyun böyle devam eder.
Oyundaki amaç; kimin daha yetenekli olduğu ve daha iyi koştuğudur. Oyun geniş bir alanda oynanır. Ancak böyle bir yer olmazsa dam üzerinde de oynanır. Fakat dam üzerinde oynandığı zaman yer daha dar olduğu için ebe tek ayak üzerinde seke seke diğer oyuncuları kovalar.(K1,K2,K10,K13)
2.4.1.2.2.GÜLLE ATMAK(ŞEYL EŞTİŞ): Bu oyun yetişkinler tarafından oynanır. Bu oyundaki temel amaç, taşı kimin daha uzağa attığı ve bununla beraber kimin daha güçlü olduğudur.
Oyunu oynama şekli: oyuncular tarafından bir taş tespit edilir, bu taş, oyuncuların avuçlarından daha büyük bir yapıya sahip olmalıdır. Oyuncular taşı tespit ettikten sonra, bir hat çizilir. Bütün oyuncular sıraya girerek sırasıyla bu taşı avucunun içine alıp omzunun üstünden kulağına temas edecek şekilde, atabileceği en uzak noktaya atmaya çalışırlar. Oyuncu taşı atarken çizgiyi geçmemek şartıyla vücuduyla birlikte taşı en uzak noktaya savurur. Oyundaki önemli nokta, taşı atarken ayakların ve vücudun pozisyonudur. Oyun, günümüz modern gülle atma oyununa benzerdir.(K1,K2,K10,K13)
2.4.1.3.ÇOCUKLARIN OYNADIĞI OYUNLAR
2.4.1.3.1.PİCIK OYUNU: Çocuklar tarafından zevkle oynanan bir oyundur. Çocuklar, kurumuş ağaç dallarını toplarlar. Topladıkları o dallardan 20–30 cm. bir çubuk elde ederler. Bu çubuğun bir ucunu bıçak ile sivriltirler. Bütün oyuncular çubuklarını hazırladıktan sonra, yumuşak, hafif yaş bir toprak alanı tepsi edilir. Bu toprağa çocuklar hazırladıkları çubukları sırasıyla vururlar. Bu çubuklar, dik ve sert bir şekilde hem yerin içine girip dik durmalı hem de rakibin çubuğunu düşürmeli. Böylece kim daha fazla çubuk düşürürse daha fazla kazanır.(K2)
2.4.1.3.2.PIL OYUNU: Okul çağındaki çocuklar tarafından oynanan bir oyundur. Bu oyun, bire bir oynandığı gibi en fazla dörder kişilik iki grup arasında oynanır. Bir atan grup, bir karşılayan grup vardır. Oyun başlamadan önce oyuncular kendilerine oyun aletlerini hazırlarlar. Bu aletler yirmi santim uzunluğundaki bir çubuğun iki zıt tarafının uçlarından üç santimlik bir alan yarı yarıya inceltilir. Bu inceltmeler birbirine ters gelecek şekilde yapılır. Bu hazırlanan çubuk, yere bırakılır çubuğun tam ortasına gelecek şekilde toprak eşelenir, küçük bir çukur oluşturulur. Gruplar hazırladıkları elli-altmış santimlik çubuklarını bu küçük çubuğun altına koyup en uzağa atmak suretiyle ebeyi belirlerler. Çubuğu (pıl) en uzağa atan kişi ya da grup ebelik yapmaya hak kazanır. Ebe grubu yani atan grup çubuğun (pıl’ın) altına elli-altmış santimlik çubuğun bir ucunu koyar diğer ucunu tutar ve yerdeki pıl’ı en uzak yere atmaya çalışır, karşıdaki grup eğer pıl’ı yakalarsa puan alır ve ebelik o gruba geçer. Atan grup kaybeder ve bu defa kendisi karşılamaya geçer. Eğer karşılayan grup bu çubuğa kendi ellerindeki uzun çubuklarla vurup pıl’ı geri gönderirse hem puan hem de ebeliği kazanır. Eğer karşı grup bu çubuğu tutamayıp veya geri çeviremezse atan grup kendi elindeki çubuk ile bu çubuğun mesafesini ölçer ve ne kadar uzağa attığını hesaplar oyuncular yorulana kadar bu oyun böyle devam eder.(K1,K2)
2.4.1.3.3.TAŞ DİKME OYUNU: İlkokul çağındaki çocukların oynadığı bir oyundur. Oyun iki grup arasında oynanır. Gruptaki oyuncu sayısı değişkendir. Oynama şekli; her grup üç tane uzun ince taşı, arka arkaya dik duracak şekilde diker. İki grubun dikeceği taşlar arasındaki mesafe değişebilir. Gruplar bu dik durdurulan taşlara ellerindeki düzgün taşlarla hedef alır ve onları devirmeye çalışırlar. Taşları deviren grup diğer grubun sırtına biner ve bu iki grubun bulunduğu mesafeyi onların sırtında turlarlar. Oyuncular yorulana kadar bu oyun böyle devam eder.(K2)
2.4.1.3.4.ÇUKUR-ÇEVİZ OYUNU(ÇALEK): Yokuş bir alanda küçük bir çukur yapılır. Bu çukurun içine her oyuncu yanında getirdiği cevizleri çifter sayıda çukura atmaya çalışır. Cevizleri çukura çift girdirmeyi başarırsa giren ceviz sayısı kadar ebeden ceviz alır. Eğer çukura giren ceviz sayısı tek olursa çukura giren ceviz sayısı kadar cevizi kaybeder, onları ebe alır. Cevizleri atan eğer cevizleri çukura çift atabilirse hem giren sayı kadar ceviz kazanır hem de ebeliği kendisi alır.
Oyunda ebe kura ile belirlenir. Bu oyun yaz aylarında çocukların, genellikle oynadığı oyunların başında gelir.(K1,K2,K10)
2.4.1.3.5.KÂBE OYUNU: Okul çağındaki çocukların oynadığı bir oyundur. Oyuncu sınır yoktur. Oyuna başlamadan önce ebe kura ile belirlenir. Meydanın bir yerinde yarım metre çapında bir daire çizilir, dairenin içine yumurta büyüklüğünde taş konulur. Daireden on-on beş adım uzaklıkta bir başlangıç noktası belirlenir. Oyuncular ellerine aldıkları ‘Salık’ dediğimiz el büyüklüğündeki yassı taşlar ile dairenin içindeki yuvarlak taşa nişan alırlar. Oyuncular, başlangıç noktasından yuvarlak taşa salık’ı fırlatırlar. Yuvarlak taş bazen onlarca metre uzağa yuvarlanır. Ebe taşı getirip yerine diker salık fırlatan ebeye yakalanmadan varıp fırlattığı salık’a basar. Salık’a elini dokundurduğu an ebeye yakalanmadan başlangıç noktasına ulaşması gerekir. Ebe gelip salık’ı götürmekte olana yetişip eliyle dokunursa, nöbet beklemekten kurtulur. Salık atan oyuncu makul bir süre içinde varıp salık’ını başlangıç noktasına geri getirmesi gerekir. Oyun oldukça heyecanlı güldürücü ve sportif faaliyetlidir.(K2)
2.4.1.3.6.MENDİL KAPMACA OYUNU: Okul çağındaki çocukların oynadığı bir oyundur. İki takım halinde oynanır. Her takım eşit sayıdaki oyuncudan oluşur. Geniş bir meydanın orta yerine bir buçuk metre uzunluğunda bir çubuk dikilir veya bir çocuğun eline bir mendil verilir. Mendilin olduğu alandan yaklaşık on beş-yirmi metre uzakta bir çizgi çizilir. Her iki tarafın oyuncuları bu çizgiler üzerinde tek sıra halinde dizilirler. Her iki gruptan aynı derecede koşabilen birer oyuncu startın verilmesiyle hızla koşarlar. Rakibine yakalanmadan mendili kapıp kendi çizgisine ulaştıran grubuna bir puan kazandırır. Çizgisine yetişmeden rakibine yakalanırsa kaybeder, bir puanı karşı taraf kazanır. Oyuncular mendilin etrafında birbirlerini yanıltmak amacıyla çeşitli hareketler yaparlar. Rakibini yanıltan, dikkatini başka yöne çeken zaman kazanır, mendili kaptığı gibi hızla uzaklaşır. Oyunculardan biri mendile yönelip götürmek istediği sırada diğeri ona hemen elini dokundurursa böyle bir teşebbüste bulunan kaybeder. Bütün oyuncular birer kez oynadıktan sonra hangi taraf yakalanmadan en çok mendil kaçırdıysa o taraf kazanır. Oyun spor faaliyetlidir, atik ve dikkat gerektiren bir oyundur.(K10)
2.4.1.3.7.ORTA PARMAK OYUNU: Aile ortamında iki kişi arasında oynanan bir oyundur. Bu oyunda temel amaç gülüp eğlenmenin yanı sıra dört-sekiz yaşları arasındaki çocuklara sayı saymayı öğretmek, elin parmaklarını ve komşuları tanıtmaktır.
Genellikle oyunculardan bir yetişkin, diğeri çocuk olur. Yetişkin oyuncu, sağ elin parmaklarını çocuğun görmeyeceği şekilde birleştirip sol elin parmakları arasına alır. Sol avuçta sağ elin parmaklarının sadece uçları görülür. Çocuktan orta parmağı bulması istenir. Çocuk sol avuçta orta parmak diye bir parmağın ucunu tutar. Yetişkin oyuncu avucunu açar, çocuğun tuttuğu orta parmak ise, parmak tutma sırası kendisine geçer. Değilse, yetişkin oyuncu ona, komşulardan kimin evine misafir olacağını sorar. Çocuk, komşulardan bir ailenin ismini söyler. Yetişkin oyuncu, o ailede bulunan kişilerin isimlerini teker teker söyledikçe, çocuğun alnına bir fiske indirir. Oyun böyle devam eder ta ki oyuncular oyundan bıkana kadar.(K2,K10)
2.4.1.3.8.KULE OYUNU: Okul çağındaki çocukların oynadıkları bir oyundur. Düz bir alanda dört-beş santim çapında beş-altı tane taş üst üste konularak kule oluşturulur. Kuleden on-on beş metre uzaklıkta bir başlangıç noktası belirlenir. Kura ile kuleye bir bekçi belirlenir. Oyuncular birer birer başlangıç noktasından kuleye yün iplikler ve bezlerden oluşturulmuş elma büyüklüğünde bir top fırlatırlar. Kule isabet alınıp devrilirse, bekçi çabucak taşları tekrar üst üste koyarak kuleyi diker. Bu arada kimi oyuncular attığı topa koşup onu kaçırmaya çalışır. Kule, dikili durumda iken topunu almaya gelen, topa yetişmeden ya da topu alıp kaçmakta iken bekçiye yakalanırsa, bekçilik kendisine geçer. Kule dikili durumdayken bütün oyuncuların topları kule tarafında bulunuyor ve atılan toplara ulaşan biri yoksa bekçi başlangıç noktasına koşarak bekçilikten kurtulur. Bu sırada herkes kendi topuna koşar; topu alıp başlangıç noktasına en son yetişen kişi bekçi olarak kalır. Bu oyun bir spor faaliyetidir, el çabukluğuna ve pratik olmaya alıştırır.(K1,K2)
2.4.1.3.9.BEŞ TAŞ OYUNU: Okul çağındaki çocukların ve yetişkinlerin de oynadıkları bir oyundur. Yaz-kış her dönem ve her yerde zevkle oynanan bir oyundur. İki-üç kişi ile oynanır. Oyunda dikkat, hamle ve yetenek çok önemlidir.
Oyun, yuvarlak beş taş ya da oyuncak misketlerle oynanır. İlk oyuncu kura ile belirlenir. Oyuncu, taşları yere serdikten sonra, beş taştan bir tanesini eline alır, elindekini havaya fırlatırken yerden bir taş alır ve havaya attığı taşı da yere düşürmeden yakalar. İlk oyunda taşları birer, ikinci oyunda ikişer, üçüncü oyunda bire üç, dördüncü oyunda ise taşların dördünü birden toplar. Yerden taş alırken havaya fırlattığı taşı tutamazsa oyun sırası başka bir oyuncuya geçer. Yine eğer oyuncu havaya attığı taşı tutar da yerden taş alamazsa yanar ve oyun sırası değişir. Daha sonra sıra köprü kurmaya gelir. Sol elini açarak başparmak ve işaret parmağı ile yerde bir çeşit köprü kurulur. Oyuncu, sağ elinde tuttuğu taşı havaya her attığında o eliyle her defasında bir tane taşı köprünün altından geçirir. Rakip oyuncu, köprünün altından geçirilecek taşlardan en riskli olanını ‘dayı’ olarak belirler. Oyunun en zor tarafı, yerde serili durumda bulunan taşları köprünün altından geçirmektir. Taşlar köprünü altından tek tek geçirilirken birbirlerine değmeyecek, biri diğerinin sallanmasına neden olmayacak. Köprüden sonra beş taş avuç içine alınır; avuç içinden bu taşlar havaya atılarak elin ters yüzü ile tutulur. Bu tutulan taşlar, elin ters yüzünden tekrar havaya atılarak avuç içine geri alınmaya çalışılır. Avuç içine en son kaç taş geri dönmüşse, o kadar sayı ya da puan kazanılır. Geri dönen taşın sayısı bir ise, tek bir taş sayı olarak kabul edilmez. Bu oyunda en fazla sayı kazanan oyuncu oyunun galibi olur.(K1,K10)
2.4.2.GİYİM-KUŞAM
2.4.2.1.ERKEK GİYİM: Eskiden giyim kuşam daha yöresel bir özellik gösterir. Yaşlı erkekler başlarına yün ya da tiftikten yapılmış kesik koni biçiminde el yapımı olan kalpak(külah)takarlardı. Yaşlılar güzel bir şalvar giyer altına da cizlavit ayakkabı üste beyaz gömlek gömleğin üstüne de şalvarla uyumlu bir de yelek ve ceket giyerlerdi. Yeleğin yakası u veya v şeklindedir. Bu yelek iki cepli ve altı düğmelidir. Üçüncü iliğine köstek takılır. Kösteğe bağlı saat sol cebe konulur. Erkekler bellerine şalvarın üstlerine(münd)bir kuşak bağlarlar. Normal çalışma günlerinde ayağa kara lastik giyilir. Daha önceleri ise çarık giyerlermiş. Soğuk kış günlerinde ise elde örülmüş yün çorap ve kıl çorap giyerler. Yaşlılar bugün halen geleneksel bu giysileri giyerler. Gençler ise genellikle siyah şalvar kumaş pantolon ve kot pantolon giyerler. Erkek giyimi bugün artık her yerde kullanılabilen ve rahatlıkla sağlanabilen kıyafetlerdir.(K6,K12)
2.4.2.2.KADIN-KIZ GİYİMİ: Kızlarla evli kadınların giyim kuşam ve örtünme şekilleri farklıdır. Kadınlar fistan, kıtaf, lastik ayakkabı giyer ve başlarına da beyaz tülbent takarlar. Kızlar ise fistan yerine etek ve kazak, gömlek gibi şeyler giyerler. Başlarına da tülbent yerine işlemeli yazma(eşarp)bağlarlar. Kadın-Kız giyimi de bugün her yerde kullanılan ve rahatlıkla sağlanabilen modern kıyafetlerdir.(K5,K9)
2.4.2.3.ÇOCUK GİYİMİ: Aladdin Köyü’nde çocukların giyimi genellikle şehirde hazır olarak alınan elbiselerdir. Kız çocuklarına entari, erkek çocuklarına da pantolon, gömlek, kazak gibi hazır elbiseler giydirilir. Ancak kimileri elde ördükleri yün kazak, çorap vb giyecekleri de çocuklarına giydirir. Kimisi de eldeki imkânlar dâhilinde çocuklarına elbise diker.(K4,K6)
2.5.EL SANATLARI GELENEĞİ
2.5.1.HAYVANLARIN DERİSİNDEN VE TÜYLERİNDEN ELDE EDİLEN ARAÇ VE GEREÇLER
Büyük baş hayvan derisinden elde ettikleri iplik (ruy) ile buğday eleği ve diğer elek çeşitleri, buğday harmanlarken indirgen (malif) ve ayakkabı bağı olarak kullanılır.
Küçükbaş hayvanlarda ise keçi derisinden yayık(meşk)yaparlardı. Davul da keçi derisinden yapılırdı. Keçinin tüyünden ‘şunvır’ denilen bir aletle iplik yün hazırlarlardı. Topaç yani (reşta) ile bu yün, ip haline getirilirdi. Bu iple köylüler çeşitli ihtiyaçlarını karşılarlardı.
Koyun derisinden def (erbane) üretilirdi. Koyunun yününden çorap kazak, şal, hırka, atkı vb eşyalar yaparlardı. Yine koyun yününden yatak, yastık, yorgan gibi ev eşyaları yapılırdı.(K3,K5,K6,K12,K14)
KAYNAKÇA
ÖCAL, M.Oğuz, Somut Olmayan Kültürel Miras Nedir?, Geleneksel Yayıncılık, Ankara 2009
http://www.ayancuk.com/koy-4977-Alaaddin-Koyu-Genc-Bingol.html
KAYNAK KİŞİLER | İSİM | SOYİSİM | D.T | YER | EĞİTİM | İŞ | |
K.K.1 | Bekir | BOLKAN | 1972 | Aladdin | İlkokul | İşçi | |
K.K.2 | Cafer | MENDEŞ | 1982 | Aladdin | İlkokul | İşçi | |
K.K.3 | Elif | ŞOLA | 1930 | Aladdin | Yok | Evhanımı | |
K.K.4 | Emine | BOLAT | 1955 | Aladdin | Yok | Evhanımı | |
K.K.5 | Halime | MENDEŞ | 1933 | Aladdin | Yok | Evhanımı | |
K.K.6 | Hasan | BELİREN | 1954 | Aladdin | İlkokul | Emekli | |
K.K.7 | Hasan | EMEN | 1954 | Aladdin | İlkokul | Emekli | |
K.K.8 | Hasan | MUTLU | 1933 | Aladdin | Yok | Emekli | |
K.K.9 | Hikmet | EMEN | 1950 | Adana | Yok | Ev hanımı | |
K.K.10 | İsmail | EMEN | 1977 | Adana | İlkokul | Terzi | |
K.K.11 | Mehmet | BAĞIRGAN | 1970 | Adana | İlkokul | İşçi | |
K.K.12 | Recep | MENDEŞ | 1942 | Aladdin | İlkokul | Emekli | |
K.K.13 | Sait | ANLAR | 1967 | Adana | İlkokul | Esnaf | |
K.K.14 | Şükrü | AĞUŞ | 1937 | Aladdin | Yok | Emekli | |
K.K.15 | Vahdet | EMEN | 1965 | Adana | Ortaokul | İşçi |
EK-1 FOTOĞRAFLAR Akdağ’dan Köyün Görünümü
Köyden Bir Görüntü
Saç Ekmeği Yapan Köy Kadını
Süt Sağan Köy Kadını
Kış İçin Damda Kurutulan Meyve ve Sebzeler
Kalemin Festivaline Özgü Etli Pilav
Zerbet(Sirun), Tereyağı ve Çökelek
Germavvişk (Mastuva)
Kalemin Festivali İçin Pişirilen Yemekler
Dut Pekmezi
Köy Düğününden Bir Görünüm
Köy Düğünü
Kalemin Festivalinden Bir Görünüm
Köyün Eski ve Yeni Mimarisi
Köyün Geleneksel Mimarisi
Köyün Yeni Mimarisi
Köyün Okulu
Köyde Bayram Kutlaması
Tarlasına Tohum Saçan Çiftçi
Çift Süren Köylü
Kalemin Festivalinin Adandığı Şeyh Ömer’in Türbesi
Kalemin Festivaline Katılan Köylü Erkekler
Kalemin Festivaline Katılan Köylü Kadınlar
Köyün Sonbahar Görünümü
Saban Döven Çiftçi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder